JellyPages.com

Çarşamba, Ağustos 15, 2007

Marcur un gol/ Gol atmak...

Benim sayfamda belki de ilk kez futbolla ilgili bir başlık görmektesiniz; bu oldukça şaşırtıcı bulunacaktır yazılarımı takip edenler tarafından, biliyorum. Çünkü futbolu sevmem, hiçbir zaman da ilgi alanıma girmeyecek bir spor dalıdır ancak bazen öyle durumlar olur ki, bunu ifade edebilmek için futbol terimlerini kullanmakta hiçbir sakınca görülmez tarafımdan, bugün anlatacağım yaşanmış hikâye ve sonucu da bu başlıkla anlamını buluyordu, bu sebeple seçtim efendim...

Şimdi; yukarıdaki resimden yola çıkarak hikâyemize geçelim. Ayna hepimizin hayatında şu ya da bu şekilde varolan birşeydir, saçımızı tararken, makyaj yapar ya da traş olurken, dişimizi fırçalarken genellikle onun önünde oluruz ama bunları otomatik yaparız çoğumuz yani aynayı kullanırız ama aynanın varlığının farkında olmayız bile. Oysa; insan denen varlık zaman zaman aynanın karşısına geçip kendi sûretine uzun uzun bakmalıdır bana sorarsanız, kendisi ile yüzleşmeli, başkalarına çamur atarken kendisinin yeterince temiz olup olmadığını kontrol etmelidir. Ayna sıradan varlığının ötesine geçerek böyle bir yüzleşmeye de vesile olabilmelidir insan hayatında. Bu sebeple benim evimde her zaman dört-beş ayna bulunur, arada durup, mola verip bu aynalardan yansıyan sûretime bakar ve düşünürüm. Aynalarımı hep temiz, lekesiz, parlak tutmak istemem bu yüzdendir, hâttâ takıntılıyımdır bu konuda...

Geçtiğimiz Pazar günü, İzmir'in Karşıyaka'sındaki evlerine dönen genç bir çift yaşadıkları apartmanın ana giriş kapısını açmak istediklerinde kilidin arızalanmış olduğunu görürler. Her zaman kilidi açmak için kullandıkları anahtar kilit içinde dönmemektedir, biraz uğraşınca anahtar kilidin içinde kırılır. Mevsim yaz, şehir İzmir, apartman zaten beş katlı, her katta bir daire var, bizim çift ve üst kattaki komşularından başka kimse yok apartmanda, millet yazlığa gitmiş. Zor bir durum tabii, bizimkiler bodrum kattaki deponun camını kırarak içeri girmeyi düşünürler, kilitle biraz daha uğraşırlar falan ama olmaz. Bu sırada en üst kattaki apartman sakinleri çiftin kapının önünde içeri girebilmek için debelendiğini pencereden görürler, hemen otomata basıp kapıyı açtıklarını ya da inip kapıyı içeriden açarak sorunu çözdüklerini düşünenler eminim vardır aranızda ve gene eminim ki böyle düşünenler gayet düzgün, insan gibi insanlardır. Lâkin; vaziyet hiç te öyle olmaz, pencereden başını uzatıp bakan kadın durumu gördüğü halde camı kapatıp derhal içeri kaçar, kendileri evde olduğu halde yokmuş gibi davranırlar, kapıyı açan falan yoktur. Bu durumda genç çift Pazar akşamı Karşıyaka'da çilingir peşine düşer, haftasonu seyahatinden dönen çiftimiz oturmakta oldukları apartmana başka türlü giremeyecektir çünkü. Epey zaman alır açık bir çilingir bulmak, zor da olsa bulunur, getirilir ve kilit sökülerek kapı açılır. Bozuk olan kilit çıkarılır, yerine yenisi takılır, yedek anahtarlar da çifte verilir ve bu sayede evlerine girebilirler...

Hikâyenin bundan sonrası tam da yukarıda fotoğrafını gördüğünüz sevgili Engin Ardıç'ın üslûbu ile kaleme alınması gereken cinstendir. Zira zorunlu olarak apartman ana giriş kapısının kilit göbeğini değiştiren ve evlerine ancak bu şekilde girebilen çift ertesi sabah posta kutularına bırakılmış A 4 ebadında bir kağıt bulurlar, kağıtta şunlar yazmaktadır:

“KENDİNE YAPILMASINI İSTEMEDİĞİNİ BAŞKASINA YAPMA !!!” Dış kapının anahtarını değiştiriyorsunuz, posta kutumuza bir adet bırakmıyorsunuz, bu akşama kadar posta kutuma anahtar bırakmazsanız, yeni kilitten sizin de anahtarınız olmayacak!!!

Genç karı-koca bu yazıyı okuyup sadece gülümser, erkek olanı kağıdı özenle katlayıp cebine koyar, ikisi de işlerine gitmek üzere arabalarına biner ama bu hikâye elbette burada son bulmayacak, maçın asıl eğlenceli olan tarafı bundan sonra başlayacaktır...

Bu beş daireli küçük apartmanda mülk sahipleri ikamet etmektedir. En alt kattaki dairenin sahipleri zaten yurtdışındadır. Geriye kalan üç dairede yaşayan mülk sahipleri birbirleri ile gayet uyumludur, apartman adına alınan kararlarda fikir birliği içindedir. Sadece en üst katta ikamet edenler hariç, zira bu kişiler evlerindeki aynaları gerektiği gibi kullanamayan ve insanların ortak yaşadıkları hemen heryerde genel ahengi bozmak üzere mutlaka varolan o çok tanıdık zavallı ayrık otlarındandır. Varlıklarının altını çizebilmek, kendilerini önemsetebilmek için sorun yaratmaktan başka çaresi olmayanlardan yani. Biz onları gayet iyi tanırız, eminim sizlerin arasında da onları yakından tanıyan epey kişi vardır. Bu küçük apartmanın yöneticisi emekli bir TSK mensubudur, iki yetişkin evlâdı vardır, her ikisi de avukattır. Beyefendi tavrı ve tecrübeli kimliği ile öteki sakinler tarafından saygı duyularak sevilen apartman yöneticisinin de bu ayrık otları ile başı doğal olarak derttedir...

Beşinci kattaki daireye ortak kararla tahsis edilen bodrum kattaki depo bir süre boş kalır, daha sonra bu ayrık otları tarafından kimyevî maddeler üreten bir firmaya gene depo olarak kullanılmak üzere kiralanır. Ancak; depoyu kiralayan şahıs bodrum katta birtakım kimyevî çalışmalar yapmaya başlayıp onu ona, bunu şuna karıştırınca kimi gazlar açığa çıkacak, alt katta oturan şahıslar bu sebeple fena halde rahatsız olacaklardır. Sözgelimi; evinizin banyosunda bir miktar çamaşır suyu ile tuzruhu gibi asidik bir maddeyi birbirine karıştırırsanız derhal bir tepkime meydana gelir, açığa çıkan yakıcı buharı solursanız hayatî tehlike altına girersiniz, nefes yollarınız yanıp yapışabilir mazallah! Bu tarz tehlikeli kimyevî maddelerle çalışan kiracının varlığı apartmandaki sıhhî vaziyeti iyice tehdit eder hale gelince kiraya veren kişi yönetici tarafından ''caaaartt, kaba kaat!'' şeklinde değil, kibarca uyarılır ama aldığı cevap pek öyle kibarca olmaz! ''Biz istediğimize kiraya veririz, burasını bize tahsis ettiniz, çıkaramazsınız kardeşim! Höt, zöt!'' diyen ayrık otları ile yönetici arasında bir tartışma yaşanır ve apartmandaki huzur adamakıllı bozulur. Karşılıklı açılan davalar neticesinde kimyevî maddeler üreticisi şahıs apartmanı küllîyen havaya uçurmadan mahkeme kararı ile oradan çıkarılır. Kendilerine hakaret ettiği iddiası ile yöneticiyi mahkemeye veren ayrık otları ortada şahit-mahit olmadığından savcının verdiği takipsizlik kararı ile kıçüstü otururlar! Lâkin; insan sûreti içinde tebdîl-i kıyafet eyleyerek ortalıkta dolaşmakta olan bu gibi mahlûklar hak kavramını yalnızca kendileri açısından gördüklerinden küçük apartman içindeki gündelik hayatı çeşitli şekillerde zorlaştırmaya devam edecek, toplantılara iştirak etmeyecek ve haftada bir yıkanan merdivenler için kapılarının önüne bir kova su dahi koymayacaklardır. Bu nedenle onların bulunduğu kat temizlenmeyecek, apartman içinde yapılması plânlanan boya-badana işi kendilerinin bulunduğu kata gelince son bulacak, kimse onlarla görüşmeyecektir. Bu arada; apartman sakinlerinin tepesinde çocuk tepindirilerek, balkondan, pencereden üstlerine halı silkelenerek bazı varlık gösterme çalışmaları yapılacak, hâttâ kapı önünde park edilmiş otomobillerinde birdenbire gizemli çizik vakaları ortaya çıkacaktır! Bütün bunlara rağmen taşmamış olan malûm bardak ise ancak geçen Pazar günü vuku bulan olay üzerine artık köpürerek taşacak ve icap eden elbette yapılacaktır. Genç çift derhal tatilde olan emekli asker yönetici ile temasa geçecek, diğer mülk sahipleri ile konuşacak ve çiftimize yönetim kurulu kararı ile müthiş bir gol atma yetkisi verilecektir!..

Futbol izlemenin en keyifli kısmı ustaca kurulan bir ekip oyunu sonucunda seçilen kişinin gereken voleyi çakıp topu filelere gömdüğü an olsa gerektir diye düşünüyorum, bu durumda yukarıdaki fotoğrafta görülen sevinç ve zafer duygusu hiç te haksız değildir. Şimdi sizler de koltuklarınıza sıkıca yapışıp maçın en heyecanlı kısmını izleyiniz efendim, zira genç çiftin posta kutusuna bırakılan A 4'e cevap aynen şu şekilde gelecektir:

“KENDİNE YAPILMASINI İSTEMEDİĞİNİ BAŞKASINA YAPMA !!!”

1. Giriş kapısı kilidini özellikle ters dönük olarak bırakmayacaksınız!!
2. Komşunuz kapıda kaldığında ; camı kırmaya çalışmakta olduğunu duyup
otomat ışığını yakıp sesi dinledikten sonra, pencereden aşağı baktığınızda
ve birbirinizi gördüğünüzde, panjuru kapatıp saklanmayacaksınız!!
Yok, tercihiniz bu şekilde davranmaksa ve insanlık anlayışınız buysa;
sonrasında da aynı insanların, sizin kapınıza değişen anahtarı bir jest veya
görev olarak bırakmasını beklemeyeceksiniz !!
3. Tepenizde gürültü yapılmasını istemiyorsanız siz de yapmayacaksınız!!
4. Merdivenden, her ne saatte olursa olsun topuklarınızı vura vura
inmeyeceksiniz!!
5. Camdan örtü silkelerken aşağıda biri olup olmadığına, temiz çamasır serili
olup olmadığına bakacaksınız!!
6. Apartmanda her dairenin şikayetçi olup rica ile ilettiği bir konuda “bana
karışamazsınız”
diyerek ısrarcı olup, işi mahkemelere kadar götürüp, ondan
sonra gereğini yapmak zorunda kalmayacaksınız!
7. Sizden rica edilmiş olmasına rağmen, klima defrost hortumundan akan
suyun bir “çin işkencesi” gibi rahatsızlık vermesine 3 yıl boyunca duyarsız
kalmayacaksınız!
8. Aidatlarınızı ödeyecek, ortak apartman kararlarına uyacaksınız!!

Bu liste uzar gider…

SONUÇ:
Kilit değişimi, yöneticinin ve çoğunluğun onayı ile gerçekleşmiştir. Apartmanda yaşama kurallarına uyan, aidatını ödeyen her daire ve ferdi, değişen kilit anahtarlarına sahiptir ve bu konuda bir sorun yoktur.

Birisine olumlu bir yaklaşımda ve saygı ile davranılması için onun ortak yaşam kurallarına uyuyor ve o topluluğun bir üyesi olarak kabul ediliyor olması gerekir.

Daire kapılarını tek tek çalın ve bir yedek anahtar isteyin!!
KOMŞULARI İLE UYUMLU, SAYGI GÖSTERMEYE VE BULMAYA BU KADAR HASSAS İNSANLARIN, BU KONUDA BİR SORUNU OLMASA GEREKTİR.
Sizi, bu apartmanın saygıdeğer bir ferdi ve komşusu olarak gören birisi, bu talebinizi yerine getirir (di) mutlaka. Ama öyle birisi yok ve o nedenle anahtar posta kutunuza bırakıldı.
Anlayan için bu yeterli bir açıklamadır. Hediyemiz olsun!

BUNUN DIŞINDA; APARTMAN ORTAK KULLANIMINA AİT HERHANGİ BİR KONUDA, YÖNETİM VE ÇOĞUNLUĞUN ONAYI OLMADAN YAPILACAK HER TÜR BİREYSEL MÜDAHALENİN GEREKLİ YASAL KARŞILIĞINI BULACAĞINI İHTAR EDERİZ!

RAHMİ BEY APT. YÖNETİMİ VE SAKİNLERİ

''Çaktım voleyi, attım golü!'' başlığı ile bana dün gelen e-maili okuduğumda futbolu zerrece sevmeyen ve de bugüne kadar hiç ilgilenmemiş biri olmama rağmen ''goooool, gooool, gooool!'' diye bağırarak dizlerimin üzerinde bir süre kayıp ıslık çalmam ve kendimi David Beckham gibi hissetmem nedense bana hiç tuhaf gelmedi. Bilmem size tuhaf gelecek mi? Bu siteye taşındıktan kısa bir müddet sonra bahçelerine kedi girdiği (?) için kapıma gelen bazı şahısları baştan ben de sükûnetle dinlemiş, ''hangi kedi, nereden biliyorsunuz bana ait olduğunu, bu çevrede hiç mi sokak kedisi yok, bahçelerde görülen ilk kedi vakası mıdır bu, kedi girdi ise ne yaptı peki, mevsim zaten kış, bahçeler takır takır, hayrola?'' falan diye hiiiç sormadan gereken önlemleri alacağımı gayet uygun bir dille beyan etmiştim. Nitekim bahçemin çevresini tel örgü ile çevirip, üzerine de üç sıra dikenli tel yaptırtmak sûreti ile bana maliyeti 1500 YTL.- olan önlemimi de derhal almıştım (bugün beni evden telefonla arayan ve yaşananları yakından takip eden bu konuda gayet yetkili ve tanınmış bir kişi bunu son derece gereksiz bulduğunu ifade ederek niçin o zaman kendisini aramadığımı sordu ama olan olmuştu, artık geçmiş olsundu bana!). Fakat karlı-buzlu bir kış günü, ben marketten dönerken otomobilinden ''komşuuu, komşuuuu'' diye seslenerek inen hiç tanımadığım bir kadın yanıma gelip ''siz burayı telle kapattınız ama böyle olmayacağını ben söylemiştim, aslında bahçenin üstünü tamamen kapatmanız gerekirdi, zaten suç sizin değil size ev kiralayanın, bla bla bla, ayrıca da bla bla bla bla!'' diye kafamı ütülemeye başladığında o zamana kadar sabır ve sükûnetle taşmadan muhafaza ettiğim bardağımın içine sandoz atılmış gibi cızırdayarak köpürmeye başladığını hissetmiş, hiç tanımadığım bu acaip kadına doğru yavaşça dönmüştüm!............................(Buradaki boş noktaları herkes kendine göre doldurabilir) Benim kendisine söylediklerimden sonra suratının rengi ve ifadesi hayli değişen kadın ''aaa, aaa???!!!!'' derken bahçe kapımı açıp içeri girmiş ve kapıyı da dankkkk diye suratına kapamıştım! Bu kadar kerkenezce, bu denli aptalca birşeyi karşıma geçip söylemeye cesaret ederken sonunu hiç düşünmemiş ve kendince gayet mantıklı ve de haklı birşey söylediğini zannetmiş olan o kadın+ onun gibiler bir daha asla kapımın eşiğinden dahî içeri geçemediler, geçirtmedim, geçirtmem! Sadece kendilerine yakışanı yapıp arkamdan konuşup dedikodu ederek, kapımın önünden geçerken içeriye ters ters bakarak varlıklarının altını çizmeye çalıştılar ki o da beni hiç enterese etmiyordu zaten:) Aynı kadınları geçen Regâib Kandili gecesi, üstelik benim evimde misafirim de varken karşı evlerden birinde kopan feyat figan karı-koca kavgasına müdahale etmek için, ayaklarında şıpıdık terliklerle yel yeperek, yelken kürek koşarken gördüğümüzde (bunlar her durumda onlayndır ya, olay çıksın, bunlar gidip durumu düzeltsin, barıştırsın, sonra da bolca dedikodusunu yapsın şeklinde) ayıp olmasın, özellikle kavga eden çift görüp sonradan utanmasın diye derhal içeri girip bakmamıştık bile. Sadece o sırada evimde olan ''ağır misafir'' hüzün ve utançla yüzüme bakıp ''buradan bir an evvel taşın, burası sana göre bir yer değil'' demişti, ben de başımla onaylayarak susmuştum, o mübarek gecenin huzurunun içine de bu şekilde edilmişti yani özetle, o kadar... Evveli ve sonrasında yaşananların büyük bölümü burada anlatılmıştı zaten, yinelemeye hiç gerek yok bu yüzden...

Bundan sonrasını ise müsaadenizle kendime saklayacağım efendim, zamanı gelinceye kadar elbette. Kendi çıkarları zedeleninceye kadar çevrelerinde yapılan haksızlıklara ve bizzat kendi yaptıklarına hiç aldırmayıp benzer değneğin ucu kendilerine dokunduğu vakit ayaklananlarla hiç işim olmaz, müstehaktır der, güler geçerim! Bizim ailede genetik bir tuhaflık olduğu kanaatindeyim öte yandan; babadan miras Engin Ardıç iptilâmız yanında herhangi bir haksızlık durumu ile karşılaştığımızda, ucu bize dokunsun ya da dokunmasın derhal gereken vaziyeti alıp, ustaca oyun kurup, yeri ve zamanı geldiğinde de voleyi çakıp golü atmamıza bakılırsa aynen öyle. Zira; yukarıda sizlerle paylaştığım ve hiç saptırılmadan anlatılmış olan hikâyenin başrolündeki genç çift benim erkek kardeşim ve eşi oluyor efendim, yazıyı yönetim kurulunun kendisine verdiği yetki ile kaleme alan da bizzat Halûk Demiralp, yani benim kardeşim:) Şimdi izninizle bir defa daha ellerimi yumruk yapıp dizlerimin üzerinde kayarak ''gooool, gooool, goool!'' diye bağırıyorum ve ardından süpürgeme atlayıp yeni hikâyeler avlamak üzere havalanıyorum! Lâf aramızda; ben bizim ailedeki bu genetik tuhaflığa bayılıyorum:)

Biliyor musunuz; bizim site içinde halen devam etmekte olan inşaatın amelelerinden biri bu sabah kapımı çaldı ve ''aplaa, sizin kapı önüne beton yapıcaz da, şu fişi bi takıversen aplaaa, bizi gene fırçalama da aplaaa'' deyip elindeki kablonun ucunu çekinerek bana uzattı:) ''Benim derdim sizinle değil ki kardeşim, hâlâ anlayamadınız mı bunu siz?'' derken şaşkınlıkla yüzüme bakan adamcağız ''aplaaa, bi de soğuk suyun varsa ver Allah rızası için aplaa, Allah hastalığına şifa versin aplaaa'' dediğinde anladım ki kendilerine bazı şeyler söylenmiş benim hakkımda. ''Lâfı mı olur kardeşim, elbette'' diyerek şişeyi ve bardakları eline tutuşturup gülümsedim gariban adama:) Meselenin iki-üç emekçi insana su vermek olmadığını zaten daha önce de belirtmiştim. Tornavida dandikse vazifelerini lâyıkı ile yapamayan vidaların suçu ne, e değil mi ya? Herhalde kopan cayırtıdan ve caaartlatılan o kaba kaatlardan sonra ''bu karı kanser hastası kardeşim, o sebeple kafadan sakat, aman bulaşmayın buna!'' dendi ki adamlara, Allah'tan hastalığım için şifa dilediler verdiğim suyu içerken:) Allah razı olsun, helâli hoş olsun onlara da, sakın yanlış anlaşılmasın, aynı helâllik elbette sebil misâli akmayacaktır benim tarafımdan o bazılarına! Ezcümle; evinizdeki aynaları parlatmayı unutmayın sakın, kendinize yapılmasını istemediğiniz şeyi zinhar başkalarına yapmayın! Ne demek istediğimi daha iyi anlamak isterseniz boomerang kelimesinin sözlük anlamını araştırın. Hadi ben uçtum şimdi, yeniden buluşuncaya kadar insanlığınıza iyi bakın...


Ek not: Yarın Kanal B televizyonunda yayınlanan ''Doğadaki Dostlarımız'' adlı güzel programın ekibi çekim yapmak üzere bizim eve geliyorlar. Burada gerçekleştireceğimiz bu son çekimden sonra zaten artık fazla durmayacağız, akıl ve beden sağlığımız için son derece tehlikeli görüyoruz burada gereğinden fazla oyalanmayı zira. Programın yayın tarihini bilâhare duyuracağım efendim, cümlemizden cümlenize bakî selâmla...

Pazartesi, Ağustos 06, 2007

El Especia/ Baharat...

Baharat mühimdir demiştim daha önce; bana göre yemeğin namusudur diye de eklemiştim. Baharat tek taraflı bir kavram değildir, damakta bıraktığı tat kadar bellekte bıraktığı koku izi, dokunulduğunda parmak uçlarında bıraktığı his ve rengi de anlam katar ona. Bu sebeple baharatın serüveni herhangi bir dükkâna girilip satın alınan birkaçyüz gramlık malzeme olmakla sınırlanamaz. Sadece damağınıza dokunan buruk ve akılda kalıcı lezzetle daraltamazsınız baharatın anlamını, kişisel tarihinizdeki kimi ''an''lara usulca taşır sizi, bulunduğunuz yer ve zamandan alıp hafızanızın derinliklerine uçurur. Bu nedenledir ki; ''alt tarafı baharat...'' deyip geçmek hem haksızlık, hem de hatırı sayılır bir hata olur...

''Hiçbir mutfak birden fazla kadını alacak kadar geniş değildir'' denmişse de; yemek pişirmenin kendine özel ritüeli o kadar paylaşılamayacak birşey değildir, daha doğrusu bu zamana, zemine ve mutfağı paylaşacağınız kişiye göre değişir. Kaldı ki; özel günlerde, ailenin bir araya toplanacağı sofraları kurmanın icabıdır aslında mutfağı paylaşmak. Asıl besteyi tamamlamak üzere eklenmesi gereken o gayet mühim notaya, yani ''bir tutam baharat''a gelene kadar konuşturulması gereken hayli kaabiliyet mevcuttur mutfakta. Ve asla unutulmaması gereken şey de şudur ki; bunu yalnızca kadınlar yapmaz, yemek kotarmanın o çok özel, bereketli zevki sadece kadınlara ait olamaz... Bu tarz bir ezberi bozabilecek nice misâl arasından ben ''Bir Tutam Baharat/Politiki Kouzina'' adlı güzel filmi seçtim sözgelimi, ''A Touch Of Spice'' da denebilir duruma göre, kullanılan dil hariç arada fazla fark bulunmaz...

Bu fotoğraftaki adamlardan biri size gayet aşinâ gelecektir ihtimâl; çalkantılı özel hayatı ile hiç te lüzumu olmadığı halde kendisinden devamlı haberdar edildiğimiz bir oyuncudur bu kişi, yani Tamer Karadağlı. Her ne kadar bu fotoğrafta üzerinde görmeye alıştığınız o mâlum ''taş fırın erkeği'' gömleği yok ise de tamamen çıplak sayılmaz, zira göğsünde mebzûl miktarda ağarmış kıl mevcuttur. Öteki adamla kıyasa kalktığınızda ''surat ifadesi ve kıl miktarı'' farkı ile, bir de kendisini evvelden tanıdığınız için açık ara önde görünebilir amma burada asıl üzerinde durulması icap eden kılsız-tüysüz görünen melankolik bakışlı diğer adamdır, bana göre öyledir tabii, ''size göre''sini bilemem. Bu adam Georges Correface'tir...

''Politiki Kouzina''da çocukluğundan beri yemek pişirmeye meraklı bir adam olan Fanis Lakovidis'i canlandırmaktadır. Yunan asıllı bir aktördür kendisi ama Paris'te doğmuştur, anadili hariç üç dili daha mükemmel konuşması ile bilinir. ''Multi cultural'' bir adam olarak tanımlanır sinema dünyasında, kariyeri gayet sağlamdır. Bu nedenle kendisine teklif edilen roller genellikle birbirine benzemeyen, uç kimliklerdir ve Correface bu farklı rolleri giyinmekte doğrusu hiç te zorlanmamıştır...

Şekilde görüldüğü gibi Küba'lı efsane Che Guevara'yı bile canlandırmışlığı vardır bizim adamın. Ernesto rolünün de üstesinden gelmiş, oyunculuk kariyerine bir başka başarıyı bu sayede eklemiştir. ''Bir Tutam Baharat''ta canlandırdığı karakter kırklı yaşlarında bir astrofizik profesörüdür aslında ama İstanbul'da, yani doğduğu şehirdeki hatıralar peşini hiç bırakmaz. Fanis doğuştan donanımlı bir yemek ustasıdır öte yandan, baharatlarla gezegenler arasındaki bağlantıyı ilk kez dedesi Vassilis Efendi'nin baharatçı dükkânında kurmayı öğrenmiştir ve artık baharatlarla ilişkisi tıpkı gezegenlerle olduğu gibi hiç bitmeyecek, kişisel hikâyesinin sona ereceği yere kadar sürecektir. İstanbul'da başlayan bu serüven Atina'da devam edecek, seyirciyi mutfaktan hiç çıkarmadan oradan oraya, insandan insana, duygudan duyguya başarıyla sürükleyecektir...

Benim gibi; ailesinin bir tarafından kaçınılmaz olarak ''suyun öte yanı''na bağlanmış olan şahıslar, hele ''kentlerin kraliçesi İstanbul'' ile aralarında uzatmalı bir aşk ta varsa bu filmi içlerini titreten bir sevgi ile izleyecek, beş ayrı başlıktan oluşan film bitip ekranda jenerik akmaya başladığında kendilerini tuhaf bir baharat kokusu ile çevrelenmiş hissederek oturdukları yerden kalkmak istemeyeceklerdir. Muhtemelen parmaklarını sık sık burunlarına götürüp koklayacak, hâttâ gecenin bir vakti mutfağa dalıp yemek yapmaya bile kalkacaklardır, buna şaşmamak gerekir. Bu filmde artık çoktan yıkılmış olan o anneanne evlerinin eski tip mutfaklarındaki bütün sesler, kokular ve lezzetler vardır sanki, bu adamın yüzünde de eskiye dair özlediğiniz herşeyin özetini bulursunuz adetâ, koşup boynuna sarılmak, omuzuna yaslanıp kokusunu içinize çekerek ağlamak isteği uyandıran acaip bir çekiciliktir bu, ifadesi müşküldür. Bu adam kapınızı ansızın çalıp yıllar sonra çıkagelsin, size sarılıp uzun süre öylece kalsın istersiniz, hâttâ bir süre ''olur a, belki de çalar'' umuduyla kapı ziline kulak kesilirsiniz...

Ne ki; Georges Correface halen Paris'te yaşamaktadır, ayrıca çok işi vardır, habire film çevirmesi, konferanslar falan vermesi, kimi ödüller alması gerekmektedir, üstelik siz İstanbul'u terkedeli neredeyse bir sene olmuştur, sevmediğiniz, sevemediğiniz bir şehirde öyle ya da böyle, daha bir süre yaşamak zorundasınızdır. O sevmediğiniz, sevemediğiniz şehirde zaman sanki hep aynı ağır ritmde akmaktadır, yaşadığınız anlamsız sitedeki bir o kadar anlamsız inşaat ta dahil, herşey eski tas-eski hamam kıvamındadır ama vaziyetteki yegâne fark artık o eski hamamın suyunun da kesik olmasıdır! Halihazırda tadından yenmeyecek duruma gelmiş olan o şehirde (buna şahtı, şahbaz oldu da denebilir rahatlıkla!) parmaklarınızı baharat kavanozlarına daldırıp koklaya koklaya rutin hayata farklı bir lezzet katmaya uğraşmanız, içine eklenen baharatlardan kimliği değişime uğramış yemekler yapmanız dahi kafî gelmez, nafile gayrettir. Kapınız çalınır tabii, gelen gideniniz çok olur dostlar sağolsun, orası ayrı ama bu adam ve peşine takıp getireceği hatıraları boşuna beklersiniz, çünkü gelmez, gelmeyecektir...




Bu filmi hâlâ izlemediyseniz bulup buluşturup izleyin, sonra mutfağınıza gidip baharat kavanozlarını yoklayın, tükenen ya da eksilen varsa hemen alıp yerine koyun. Ne yemeğiniz, ne de hikâyeniz yavan olmasın, eksik kalmasın, mutlaka tamamlamanın bir yolunu bulun derim. Ben baharatı her zaman önemserim, siz de sakın hafife almayın, sonra da oturup kapının çalmasını bekleyin. Olur da çalarsa, üstelik açtığınız kapının önünde Georges Correface duruyorsa hemen bana da haber verin :)