JellyPages.com

Salı, Eylül 18, 2007

Volver algo revès/ Tersine çevirmek...

Yaşadığı herşeyi hayatına kendisinin çektiğinin farkındaydı, bu sebepten başkaları gibi ''kötü kader''ine kızıp hiçbirşeyi suçlamadı. Lâkin; nereye gitse yanında götürdüğü o ''kendisi''ne biraz kırgındı sanki bu defa; ameliyat masalarından bezgin, damarlarına girip çıkan enjektörlerden ve habire etini kesip biçen neşterlerden yorgundu, bazen ''ölmek daha kolay olsa gerek'' diye düşündüğü de olmuştu çünkü o tekrarlanan birşey değildi, bir defada olup bitiyordu. O densiz ''kendisi'' hâlâ niçin uslanmıyor, neden artık biraz da doğru düzgün şeyleri çekmiyordu hayatına, değil mi ya? Kırgın olduğu ile aynı yatağa yatırırlarsa insanı öyle sorup etmeden, başını öte yana çevirip somurtmaktan başka çaresi var mıdır? İnsan başını ters tarafa çevirir, onda bir müşkül yok ta, kaderin akışını bir baş hareketi ile tersine çevirmek o kadar kolay mıdır? Ağrı ve duanın karışımından tüten efsunlu dumanı o gece O'ndan (C.C) başka da gören olmuş mudur dersiniz? Hastanın üzerine örtülen sabrın beyaz örtüsüne ilk düşen harf hangisidir peki, bu ay mübarek Ramazan, bu okunan ilk imsâk ezanı mıdır? Sabır Yâ âlemlerin Râb'bı, sabır...
Posted by Picasa

Cuma, Eylül 14, 2007

El cuchillo/ Bıçak...

Teni boydan boya kesip ayırdığı zannedilen o bıçak aslında bir annenin ruhunun tam ortasından geçer,
Semânın derinliklerinde salınan ruhların en cesurları ihtimâl ki kürre-î arzda ''ana'' olmayı seçer...

(Fotoğraf: ''Tırmık İzi'' Olay Yeri İnceleme Ekibi'nden Baturhan Atabey/12 Eylül 2007 Çarşamba, operasyondan hemen sonra...)
Posted by Picasa

Cuma, Eylül 07, 2007

Estar pago/ Ödeşmek...

''Aaa, şu karının memesine bakın lan, ne biçim, aşağıda duruyor!'' diye seslendi düşük bel taklit marka pantalonlu, göbeğini açıkta bırakan tişört giymiş, suratı bol makyajlı, en fazla onaltısında olabilecek ama hayli kaşar tavırlı kız yanında yürümekte olan kendisiyle aynı marka diğer üçüne... Ötekiler dönüp baktılar ihtimâl ama sözü edilen kişi yanlarından hızla yürüyüp geçmiş olduğu için sadece çantalı bir sırt görebildiler, zira insan denen canlının dişisi memelerini sırtında değil, göğüs kafesinin üzerinde taşıyordu, tek memeli de olsa, çift memeli de olsa bu kural değişmiyordu yani...

Sırt çantalı kadın bankaya gidiyordu, mecburdu gitmeye, başkentte yaşayan herhangi bir vatandaş olarak pek sayın başkent belediye başkanının halka revâ gördüğü bir uygulamanın icabı, evinde kartlı doğalgaz sayacı olan kişilerin kartlarındaki kredi tükenince anlaşmalı bankalara ya da gaz satış noktalarına gidip kartlarına paşa paşa kredi yükletmeleriydi çünkü. Kadın Allah'ın sıcağında üç anlaşmalı banka dolaşmış ama arıza, anlaşma iptali ya da başka salak sebeplerden ötürü kartına kredi yükletememişti, bu banka son şanstı. Kartını dolduramazsa eğer evindeki ocağı kullanamaz, sıcak su ile banyo yapamaz, ortada kalırdı. Kışın ortasında ansızın üşütüp arızalanan (!) doğalgaz kartı peşin ödenmiş yüzbilmemkaç liralık kredi ile yüklüyken doğalgaz sayacı kartı tanımlamamış, bu sebeple tam üç gün elinde kredi yüklü bozuk kartı ile oradan oraya gönderilmiş, kışın ayazında evin içinde paltoyla oturmuş, felçli kedisini hastalanmasın diye eski yün kazaklara sararak, tir tir titreyerek vaziyeti idare etmişti! Başkentte insanın doğalgazdan faydalanabilmesi için cebinde mutlaka nakit parası olması ve yakacağını tahmin ettiği kadar gazın parasını peşinen ödeyerek kartına kredi yükletmesi gerekmekteydi, kart ya da sayaç arızalanırsa paranız olsun olmasın, durum mafişti! Pek sayın başkent belediye başkanı Ankara halkına itimat etmiyordu, her an belediyeye borç takıp ortadan yok olabilirlerdi, bunlardan parayı peşin alacak, gazı öyle verecektin! Oysa yeryüzünün belki de en dangalakça belediyecilik hatasına imza atıp, koca başkenti yazın kavurucu sıcağında susuzluktan mahfettikten sonra ''haklarını helâl etsinler, evet, yanlışlıkla bir miktar kuruttuk ta başkenti, pardon yani'' denecek olan da gene aynı halktı! Susuzluğa katlandıkları gibi, bu sistemin sonuçlarına da artık bir zahmet katlanacaktı başkent ahalisi, kartları, sayaçları bozulmasındı efendim, Allah Allah yani! Mazallah bir bozulunca tamiri, kontrolü, açılması falan ortalama üç gün içinde ancak hallolabiliyordu. Bunları göz önünde tutan kadın bankaya gitmeye mecburdu, kent merkezine inip gaz kredisi alacak hali hiç yoktu, hastaydı, üç bankadan sonra burası artık son şansıydı...

Şükür ki; ancak saat 16.00'ya kadar gaz satışı yapılan bu bankada arıza, bilgisayar bağlantısı zımbırtısı, anlaşma iptali ya da başka hıyarca bir problem yoktu, taşınana kadar idare edecek miktarda gazın parasını trak diye ödeyip nihayet kartına kredi yükletebilen kadın aynı yoldan geri dönmekteydi. Yol kenarındaki bir pastanenin ön bahçesinde giderken karşılaştığı ucuz marka onaltılıklar oturmaktaydı, arkadaşlarının dikkatini tek memesi aşağıda olan kadına yukarıdaki ifadelerle çeken ama gösteremeyen kaşar kız kadını farketti ve hemen masaya eğilip ''şşşt, bakın işte gene o karı, tek memesi aşağıda olan, baksanıza lan!'' dedi. Ötekiler dönüp bakmaya hazırlanırken sırt çantalı kadın aniden zınk diye durdu ve o tarafa baktı! Dikkat çekmekten sorumlu kaşar kız kadının dikilip dimdik suratına baktığını görünce birden telâşlandı ama ne yazık ki çok geçti. Kadın söylediklerini, üstelik te ikinci kez duymuştu, artık bu noktadan geri dönüş her iki taraf için de yoktu, ne çare ki örgüye pek meraklı olan kader ağlarını eşsiz bir keyifle iki ters yedi düz lastik motifi şeklinde örüyordu:)

''Senin ananınkiler'' diye yüksek sesle seslendim, ''olması gereken yerde mi güzelim?'' Masada sırtı yola dönük şekilde oturmakta olan diğer üçü neredeyse masaya kapaklanıp büzüldüler, kanserli memelere dikkat çekmekten sorumlu kaşar ise derhal başını önüne eğerek tahtaya kaldırılıp soruyu bilemeyen zavallı öğrenci pozisyonuna geçti, sözlüden çakacağı kesindi, bu kısmı çalışmamıştı ne yazık ki... Devam ettim; ''eğer öyle ise anan yüksek ihtimâlle meme kanserine yakalanmamış ve memesi alınmamış demektir, buna sevinmelisin!..'' Onaltılığın önce kulakları, sonra suratı kızardı, pancar üzeri rendelenmiş kaşar görüntüsüne yatay geçiş yapan zavallı yeniyetmenin parmakları arasında acemîce tuttuğu sigaranın ucu titremeye başladı, hâlâ önüne bakmaktaydı, şu halini gören onun az evvelki yelloz tavırlarına herhalde asla inanmazdı. ''Ve sonra'' dedim, ''senin ve arkadaşlarınınkiler şimdilik olması gereken yerde duruyor sanırım, çünkü bakmadım ama gelecekte yerleri ve sayıları değişirse sakın şaşırmayın! Tavsiyem; benim başıma geldiği gibi sizlerin ya da yakınlarınızın başına gelebilecek bir durumun kaçınılmaz sonuçları hakkında bir daha öyle uluorta konuşmayın, elâlemin memesinin nerede durduğuna bakacağınıza bir zahmet kendinizin hayatın neresinde olduğuna bakın!..'' Onaltılık kaşarın sigarasının külü elleri zangır zangır titrediği için masaya düştü, başını kaldırıp ''şeyyy, çok özü...'' diyecek oldu, sözünü ağzına tıkıp ''birşey değil ufaklık'' dedim, ''ayrıca sigaranın külüne dikkat et, üzerine düşüp bir tarafını yakmasın!..''

O sırada pastanenin bahçesinde onaltılıklardan başka bir tek masa daha doluydu, onda da gençten bir adam oturuyordu. Baktım; bu tür durumlarda çoğunluğun yapmayı seçtiği şeyi yaptı, gözünün önünde cereyan eden bu olaya hiç tanık olmamış gibi, ''siz beni adamdan saymayın canım, devam edin, ben burada yokum zaten, üff, bugün de hava bayağı sıcak vallahi, aaa bakın kuş geçti'' tavrı içinde gözlerini kaçırıp başka tarafa baktı:) Onaltılıklar yaşadıkları (çok şükür ki hayatlarındaki bütün o ağır erozyona rağmen halen yaşayabildikleri) derin utancın ağırlığı altında birer tespih böceğine dönüşmüş vaziyetteyken biri Şark'a, öteki Garp'a bakan kanserli memelerimi alıp, gülümseyerek yürüyüp geçtim üzerlerinden...

Bildiğim ve öğrendiğim odur ki; evrenin karma yasası gereği bu gibi zavallılıklar karşısında öfkelenmek değil, tam tersi yapana acıyıp evrenin yüce sahibinden onun için merhamet dilemek gerekiyor, eskiden olsaydı çok daha farklı davranmayı seçerdim ama böyle olmaması gerektiğini bana bizzat çok şey borçlu olduğumu düşündüğüm, önce tek mememi alan, dört gün sonra da diğerini benden alacak olan o kanserim öğretti. ''Unutmayın ki; hoş olmayan her düşünce ilgili olduğu bir kötülüğü kelimenin tam anlamıyla vücuda getirir'' diyordu ''The Secret/Sır'' adlı kitapta, karma yasasının değişmez kuralları gereği benim elimde olmayan, hastalığım sonucu oluşmuş fiziksel eksikliğimle ilgili bu tarz düşünceler üreten şahıslar bunun bedelini ne yazık ki kötü yüzleşmelerle ödeyecekti, bunu ben istesem de değiştiremezdim yani. Zira; birkaç sene önce bir tanıdığının meme kanseri sebebi ile alınan memesinin ameliyat izini tesadüfen gören annem düşüncelerini kontrol edemeyerek ''aman Tanrım, ne kötü bir vaziyet, bir kadın için ne korkunç görüntü :(...'' diye içinden geçirmiş, aradan çok geçmeden kendi kızı aynı illete yakalanıvermişti! Garibim annem bunu bana sol memem alındıktan epey sonra ağlayarak ve pişmanlıkla itiraf etmişti. O sebeple; içimi dolduran amansız acıma hissini derhal duaya çevirmeyi seçtim, ''ey evrenin yüce sahibi, onların imtihanını kolaylaştır ve lûtfen merhamet et onlara, benzerini yaşayarak acı çekmesinler, ödeşmeleri daha kolay olsun'' dedim içimden. Ben ıslık çala çala geçerken bir başkent Eylül'ünün akşamından, duydum; evren usulca fısıldıyordu arkamdan: ''Durma, yürü, hâttâ uç, kanatlan...'' :)

Geçen hafta Pazar günü, Kanal B'de yayınlanan ve çekimleri bizim evde yapılan ''Doğadaki Dostlarımız'' programı özellikle izleyemeyenlerden gelen yoğun talep üzerine bu Pazar günü tekrar yayınlanacak. 9 Eylül 2007 Pazar, saat 16.00'da Kanal B ekranında, pek yakında ayrılacağımız bu sitede yapılan son çekimlerle yeniden buluşmak üzere, duyduk duymadık demesin bu defa kimse, ona göre... (www.kanalb.com ya da Digitürk 32.kanal, ayrıca kablo TV ve uydudan da yayın var. Her zaman olduğu gibi; dostumuza da, düşmanımıza da selâmlar. :)