JellyPages.com

Cuma, Mayıs 18, 2007

El diez y ocho de Mayo/ Mayıs'ın 18'i...



Dünkü katlanılması zor bozkır sıcağının ardından geceyarısı rüzgârın baskınına uğradık; panjurlar çarptı, örtüler, minderler uçtu, ortalık karıştı. Oysa miskin yaz nasıl da serilip uzanmıştı bahçelere, sıcak nefesini üfleyerek yavaşlatıyor, uyuşturuyordu herşeyi, kimsenin canı hiçbirşey yapmak istemiyordu. Bu atalete öfkelenmiş olduğunu sandığım rüzgâr peşine yağmuru da takarak gecenin kapısını tekmeledi ansızın, terli yataklarında öylece uyuklayanlar önce ürperip sağdan sola döndüler. Sonra sırtları üşüdü, uykuları bozuldu, gözlerini açıp keyifsizce baktılar etrafa ve ''ammmannn!'' deyip telâşla fırladılar yataklarından, çıplak ayaklarla camı çerçeveyi kapatmaya koştular. ''Yağmurda ilk kurtarılacak'' şey herkese göre değişirdi kuşkusuz, kimi aceleyle ipteki çamaşırlarını toplar, kimi masanın örtüsünü, sandalyelerin minderlerini kaldırır, bazısı çimenlerin üzerine devrilip bırakılmış bisikleti sundurmanın altına alırken bir diğeri pencerenin pervazında unuttuğu sigara paketi ile çakmağını hatırlardı ama gecenin bir vakti, uyku sersemliği ile yapılacak yegâne şey koşup camı kapatmaktı. Çünkü rüzgâr bu şekilde baskına gelmişse kafası fena atmış demekti, pencereleri çarptırıp camları indirmeden yetişmek gerekti. Yarattığı telâştan gayet memnun olan rüzgâr arkasına dönerek keskin bir ıslık çaldı ve alesta bekleyen yağmura emir verdi: ''ileri!..''

Uykularının eteği rüzgârla başına geçmiş olanlar yalınayak yataklarına döndüler muhtemelen, mülkiyetlerini tabiatın elinden bir kez daha kurtarabilmiş olmanın sahte huzuru içinde battaniyelerine sarınıp yattılar. Ama kaldıkları yerden başlayamadı hiçbiri uykusuna, sağa döndüler, sola döndüler, ışığı açıp saate baktılar, neden sonra içlerindeki o ''sanki dışarıda önemli birşey unutmuşluk?'' hissi içinde yamalı uykulara daldılar. Unutmuşlardı evet, dışarıda muhteşem bir Mayıs yağmuru vardı ve hayattaki bütün ''an''lar gibi o da bir daha asla tekrarlanmayacaktı. Tıpkı o sırada kapı önünde içilen kahvenin dumanının yağmurla yıkanan topraktan yükselen sihirli kokuya bir daha asla aynı şekilde karışmayacağı gibi...Çünkü ''cennet ve cehennem daima andadır ve evren bizim mutlu olmamızı ister.'' (Nil Gün/Çekim Yasası)
Bu eski bir haberin karikatürize yorumu aslında, ama şimdinin gündemine de uygun olduğunu düşünmekteyim. ''Aydın olmak için önce insan olmak lazım. İnsan mukaddesi olandır. İnsan hırlaşmaz, konuşur, maruz kalmaz, seçer. Aydın, kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi. Aydını yapan: uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessüs'' demiştir ya üstad Cemil Meriç, ben onun ''nezleye yakalanır gibi ideolojilere yakalanıyoruz, ideolojilere ve kelimelere'' deyişini de hep sevmişimdir. Gayet kolay kışkırtılabilen, mukaddesleri üzerinden siyaset yapılmasına göz yuman, kendine ait bir duruşu, bir fikri olmayan, istenilen kabın şeklini derhal alarak bir kıvılcımla tutuşan topluluklar ''farkındalık''tan o kadar uzak geliyor ki bana, o kadar olur. Bu sebepten; kim ne derse desin ve hakkımda ne düşünürse düşünsün umursamıyor, bazıları ile lüzumsuz polemiklere girmek yerine bahçedeki çimenlere uzanıp kitabımı okuyorum. Arada başımı kaldırıp etrafa bakıyorum da, hiçbirşey tek renkli ve tek sesli değil tabiat dediğimiz o müthiş sistem içinde. Ve ben onun bir parçası olmaktan ötürü çok mutluyum, ve benim bahçemdeki çimenlere herkes+herşey basabilir çünkü çimenler basılmak, üzerinde yatıp yuvarlanmak, keyfini çıkarmak içindir, düzenli aralıklarla biçilip mükemmelen sulandığı halde asla basılmadan, uzaktan seyretmek için değil!.. ''Lûtfen çimenlere basmayınız''cı pek kibar zihniyetin tebası ve bunun sebebini hiç sorgulamadan direkt uygulayıcısı olmuş muhteremler, buyrunuz, buradan geçiniz ama çok rica ederim daha fazla kalmayınız, artık geçip gidiniz!..


Salı, Mayıs 15, 2007

Amapola/ Gelincik...

Okumadan atladığın sayfalar,
Hayatının kırık notlarıdır...
Anılar, şimdi o yorgun sular,
Bu şiirin kanayan rüzgârıdır...
Her ırmak kendi göğüne yaslanır,
Her kuş kendi göğünü gök sanır...
Sahiplenerek yürüdüğün o ömür var ya;
Havada uçuşan gelincik tozlarıdır...

Bülent Özcan/''Gelincik Tozları''
Londra - 11.01.2001

Bahçede kendiliğinden açıvermiş; elma ağacının dibinde bu sabah gördüm. Yaprakları usulca sallayan esinti azıcık daha hızlansa çıt edip kopacak kadar inceydi boynu, parlak, arsız kızıllığı yanında mütevazı ve çekingen edası melodiye bir türlü oturmayan, prozodosi yanlış şarkı sözlerini hatırlatıyordu insana. Biraz da anneanneyi hatırlatıyordu, ''gelincik şerbeti'' tarifini aklında yazılı tutan bütün ölmüş Girit'li kadınları hatırlatıyordu. Bu açılıp saçılmış çiçek halinin akşama kalmayacağını, her bir çeneğin başka bir yöne uçuşup kaybolacağını bilmek acıtıyordu. Koparıp vazoya koyamayacağını, ne yapsan onun bu bir günlük saltanatını daha fazla uzatamayacağını da biliyordun, ne tuhaf... Belki de bu yüzden toplayıp şerbetini yapmayı akıl etmişti o eski kadınlar, bu gelip geçici hikâyeye bir virgül koymak, o ifadesi güç rengi hiç olmazsa birkaç ay saklayabilmek için. Zamanın hoyrat rüzgârından bir avuç gelincik kırmızısı kurtarıp kimbilir kimlerin ve nelerin kırdığı gönüllerini biraz olsun teskin edebilmek için belki...

( Kardeşim, üzerinize kuş sıçmıyorsa, köpek işemiyorsa, sabaha karşı terlemiyorsanız “klimatize” ortamlarınızda, çocukların topları ezmiyorsa şen şakrak; bilin ki sıçtınız! Bittiniz, artık kokunuz da kalmadı, renginiz de… Terletmeyen, 24 saat etkili deodorantlarınızla ozon tabakasının da içine sıçtınız, ter bezlerinizin de… Parfümlerinizle bastırdığınız kokunuz sizindi, sabah akşam sıkındıklarınızla kaç kişilik bir “aynı kokar ordusunun neferi” oldunuz? Sayamıyor musunuz? Bence artık “limited” işaretli ürünlerden kullanın. Ben size daha ne diyeyim?) diyerek pencere ardı çiçeklerine ve o çiçeklerin sahtekâr insanlarına seslenen yazarın bu kırılgan gelincikle alâkası nedir diye düşünmek beyhûde. Zaten bu mevsimde birşeylerin birşeylerle ne kadar uyup uymadığını, ne kadar alâkalı olup olmadığını düşünüyorsanız Mayıs fazla kalmaz ki sizde, çeker gider. Ve haklıdır üstelik, çok ta iyi eder!..