JellyPages.com

Cumartesi, Eylül 28, 2013

La fenõmeno de nariz-vol.1/ Burun olayı-1. bölüm...


24 Ocak 2006 Salı günü kar hızını arttırdı. Ertesi gün yapılması plânlanmış olan ameliyatın hazırlıkları içinde olan bendeniz elbette doktorlarımdan Sn.Yahya Güldiken'i arayarak plânda bir değişiklik olup olmadığını sordum. ''Hayır'' dedi Sn.Güldiken, ''ben bugün ameliyatlarıma girdim, bir değişiklik olacağını sanmam...'' Çantamı hazırladım, uzunca bir süre yıkanamayacağım için banyo yaptım, ertesi sabah saat sekizde yeme-içme işine son verileceği için saatimi kurup yattım. 25 Ocak 2006 Çarşamba sabahı çalan saatle uyanıp derhal pencereye koştum. İstanbul kara gömülmüştü ve adeta ameliyatıma muhalif olan kar ısrarla yağmaya devam ediyordu! Gene de hafif bir kahvaltı yaptım, son kez su içtim, kedi çocukları besledim ve her zor zamanımda yanıbaşımda olan can dostum ''gecea''yı beklemeye koyuldum. Saat 10.20 sularında sırt çantası ve kar botları ile tam teçhizatlı olarak yokuşu tırmanan gecea'yı karşıladım. Hazırlıklarımızı kontrol ettik, saat 11.00'de evden çıkmayı plânlamıştık önceden. 11.00'e doğru Doç. Dr.Sn.Yahya Güldiken telefon etti, kendisinin Ataköy'de oturduğu için hastaneye gitmesinde problem olmayacağını ancak diğer doktorum Sn.İsmet Aslan'ın Ataşehir'deki evinden çıkıp gelmesinin güç olabileceğini söyledi. Ufak çaplı bir şok yaşadıktan sonra çare düşünmeye koyulduk. Bu arada İsmet Bey'i de aradım, ''burada görüş mesafesi 20 metrenin altında, göz gözü görmüyor'' dedi. Kafamızdaki kırkar tilki ile birlikte gecea ve ben salonda dört dönerken canımız hayli sıkılmıştı tabii. Sonra; düşündük ki bizi almaya gelecek olan araçla önce İsmet Bey'in oturduğu Ataşehir'e gidip onu alabilir, oradan aynı araçla hastaneye geçebilirdik. İsmet Bey olmadan ameliyatın gerçekleşmesi mümkün olmadığına göre zaten başka çare de yoktu, şansımızı zorlamaya karar verdik. Doktoru arayıp adresini aldık, kendisini almaya geleceğimizi bildirdik, ''yâ Bismillah'' deyip karlara bata-çıka bizi bekleyen araca doğru yöneldik. Hava gerçekten kötüydü, görüş alanı kısıtlıydı ama çok ta zorlanmadan Ataşehir'e ulaşabildik, doktorumuzun evinin önünden telefon ettik, az sonra aşağı indi ve artık tamamlanmış olan ameliyat ekibi ile birlikte Ataköy Hastanesi'ne doğru yola koyulduk...


Saat 12.00'yi biraz geçe Özel Ataköy Hastanesi önündeydik. Hasta, doktor ve refakatçi olarak araçtan indik, bu serüven boyunca bizi salimen getirip götüren şoför arkadaşımız Adnan Bey ile helâlleşip hastaneye giriş yaptık. Kar hızını iyice arttırmıştı. Geniş mi geniş bir oda gösterildi bize, gecea ile odaya girip eşyamızı yerleştirdik. En sevdiğim renk olan yeşilin her tonu ile döşenmiş odaya bakarak birbirimize gülümsedik:) Doktorumuz da bu arada hazırlıklarını yapmak üzere ameliyathaneye inmişti. Biraz sohbet edip kar altındaki E-5 karayolunu seyrettik, heyecanlı başlayan günümüzün hayırlısıyla sona ermesini diledik. Az sonra Doç.Dr.Sn.Yahya Güldiken de hastaneye geldi, odada kendisi ile görüştük. O da aşağı indikten sonra bir hemşire gelip damar ve parmak ucundan kan örnekleri aldı. Gayet ince olan damarlarıma fazla zorlanmadan ve zorlamadan girebilen hemşiremize teşekkür ettim:) Kan tahlilleri tamamlandıktan sonra iki hastabakıcı gelerek ameliyat önlüğünü giymeme ve sedyeye uzanmama yardım ettiler. Sevgili gecea elinde fotoğraf makinesi ile ''burun olayı''nın her aşamasını görüntülüyordu. Ameliyathane kapısına kadar benimle geldi, orada can dostumla vedalaştım ve gecea kapının ardında kaldı. Artık ameliyat süreci başlamıştı...

Her ameliyathane gibi burası da oldukça soğuktu. Üzerimdeki ince ameliyat gömleği ile üşüyordum ama bu fazla uzun sürmeyecekti nasılsa. Sedyeden ameliyat olacağım masaya aktarıldım, narkoz ekibi ile kısa bir hoşbeşten sonra damarlarımı kontrol edip, kol damarlarım aşırı ince olduğundan sol el üzerinden damar yolu açmaya karar verdiler. Damar yolu açıldı, serum başlarda gitmekte zorlandıysa da bir süre sonra normal gitmeye başladı. Narkozitörümün ''hazır mısınız'' sorusuna ''evet, tabii'' dedim, karşılıklı ''iyi şanslar'' diledik ve narkoz verilmeye başlandı. ''Biraz yakabilir'' sözünün gayet iyi niyetle söylenmiş bir söz olduğunu ilaç damarımda ilerlemeye başlayınca anladım ve sanırım biraz bağırdım da acı hissiyle, ancak bu durum fazla uzamadı ve burnuma kapanan oksijen maskesinin mavi çerçevesi son hatırladığım şey oldu. Ansızın indirilen demir bir kepenk gibi kapandı belleğim ve dipsiz bir karanlığa doğru yuvarlandım...

Kısa ve kopuk kopuk hatırladığım kareler ameliyathanedeydi, yüzüme indirilen hafif tokatlar ve ''Handan Hanım, Handan Hanım, tamam, bitti'' diyen sesleri ayırtedebiliyordum. Korkunç bir mide bulantısı ve kusma hissini daha net hatırlıyorum, ''yuttuğu kanları çıkaracak, böbrek tas getirin'' diyen telâşlı bir sesten sonrası da kayıp şu an belleğimde. Ne kadar zaman geçti bu ikinci bellek kayışından sonra, bilemiyorum. Gözlerimi zar-zor araladığımda gördüğüm sevgili gecea'nın huzur veren güzel yüzü ve mavi gözleriydi. ''Bitti mi Cân'' dedim, ''bitti Cân, çok şükür'' dedi, asıl hikâyenin benim için bundan sonra başlayacağını düşünerek içimi çektim ve herşeyi yeniden hatırlamaya koyuldu hayattan bir süre mola alan belleğim...

Hiç yorum yok: