Ne o? Çok mu tuhaf buldunuz benim sayfamda bu antika nü kartpostalı? İki genç ve güzel kadın soyunmuşlar, dökünmüşler güle söyleşe yiyip içiyorlar işte, ne var ki bunda? Her ikisinin de ''mal meydanda'' vaziyette oluşu beni rahatsız etmiyor, onlar hallerinden memnunsa ve birileri de bana ''sen de böyle yiyeceksin meyveni, bundan böyle giyinik meyve yemek yok, anlaşıldı mı!'' diye dayatmadıktan sonra bana ne, kime ne?..
Bu fotoğraf ta diğer benzerleri ile birlikte dönüp durdu bütün gün internette, bana kaç defa geldi artık hatırlamıyorum bile. Oysa yukarıdakiler beni nasıl rahatsız etmediyse buradakiler de aynen öyle, varsa bir hesabı herkes kendi verir, gene bana ne? Benim ölçeklerim farklı, ben insanların ''ocu, bucu, şucu'' diye ayırılmasına, alınlarının ortasına damga vurulmasına zaten karşıyım. Kâinatın bütünlüğüne, özündeki uyum ve barış duygusuna, çekirdeğindeki teklik, birlik, heplik huzuruna direkt saldırılmadığı müddetçe hiçbirşeyi ve hiçkimseyi dışlamam. Bu sebeple başı örtülü kızlar sevgilisiyle bu şekilde öpüşemez de demiyorum, kıçı açık kızlar öyle güle oynaya meyve yiyemez de, ikisini söylemek te benim haddim değil çünkü, aynıları bana dayatılmadıkça, kimse benim başıma ya da kıçıma karışmadıkça da demeyeceğim, hiçbirşey ve hiçkimse bu gibi şeyler dedirtemeyecek bana! Fikrimi burada bu şekilde ve açıkça ifade ettiğim için kimlerin bana ne gömlek biçip neci diyeceği de hiç umurumda olmayacak, kimse kusura bakmasın. Benim büromdaki sekreterim de türbanlı, mesai saatleri içinde peruk kullanıyor, hâttâ ben artık kullanmadığım için peruklarımın bazılarını ona verdim. Çok akıllı, düzgün, becerikli, terbiyeli ve iyi eğitimli bir kız, kimselere değişmem onu. Gayet iyi anlaşıyoruz, ben açık, o kapalı olduğu için itişip kakışmıyoruz. Akşam mesai bittiğinde türbanını bağlayıp çıkarken bakıyorum arkasından, en ufak bir soru belirmiyor içimde, kendi inancı, kendi tercihi, gene bana ne elbette?
Ben de başımı değişik şekillerde bağlamayı severim zaman zaman, canım öyle ister, o gün öyle dolanırım. İnanç kaynaklı örtünen biri olmamama rağmen, üzerimde askılı blûz dahî olsa başıma birşeyler bağlamış olduğum için şucu ya da bucu sayılmaktan, etiketlenmekten, sınıflanmaktan da kurtulamamışımdır öte yandan, güler güler bu salak önyargılara gülerim, hâttâ hiç çekinmem, alay da ederim!..
Memleketimin her tarafından önyargı fışkırdığı, bunların ziftli çamur gibi paçalara, eteklere yapıştığı bu günlerden elbette hiç hoşnut değilim, ruhumun firar amaçlı sağa sola saldırmaları aslında çokça da bundan. Sevmiyorum ben bu kitlesel ''HAYIR!''ların enerjisini, zorluyor, kanırtıyor, hırpalıyor beni. Gazetelerin okur yorumlarına takılıyım şu sıralar, habire onları okuyorum, okudukça da merhum Aziz Nesin'in ruhuna rahmet okuyorum! Bi öyle okuyorum, bi böyle okuyorum yani, bi yanaktan, bi dudaktan, bi gıdıktan hesabı! İçim bulanıyor okudukça, ara verip birkaç derin nefes okaliptüs yağı kokluyorum, sonra gene okuyorum. Komplo teorileri, türlü çığırtkanlıklar, galeyanlar, borazanlar sıçrıyor üstüme, hiçbirşeyden değil ama bu berbat enerjilerden korkuyorum!
Kısa süre sonra fotoğraftaki aydınlık yüzlü adamın memleketine gideceğim ya, vallahi sokaklarda ıslık çalarak danseder gibi yürüyeceğim, kimsenin beni cart diye etiketlemeyeceği yabancı bir yerde, bu kadar kesif ve ağır olmayan bir havayı içime çekeceğim ve gene kim ne derse desin şimdiden çok sevinmekteyim, evet ya, oh ya, birkaç günlüğüne de olsa bu itiş-kakış/yoluş-atış çorbasının içinden çıkıp gideceğim!..
İstiyorum ki şöyle ufak bir yaratığım olsun, çok sıkılıp bunaldığım zaman cebimden çıkarıp gözlerine bakayım, gevşeyip rahatlayayım. Sabahları büroya geldiğimde kalemlerim, kağıtlarım, kahve kupamla birlikte onu da yerleştireyim masama. Bütün gün üzüm yesin, nar yesin, hurma yesin, çekirdeklerini sağa sola, misafirliğe gelip işin gücün çokluğuna rağmen gitmek bilmeyenlerin, o kadar uğraşıp anlattığım halde hâlâ anlamamakta direnenlerin kafasına kafasına tükürsün! Gazetelerin saçma sapan okur yorumlarının tam üzerine işesin istiyorum, birileri gözümün içine baka baka yalan söylediği vakit benim bir tek bakışımla yerinden fırlayıp çığlıklar atarak onların saçını başını yolsun, kafasını gözünü paralasın, riyâkarları, yalakaları, fitne-fesatçıları, çıkarcıları, kâinatın muhteşem uyumunu varlıkları ile bozanları huzuruma geldiklerine geleceklerine bin pişman etsin! Ben çalışırken onun önüne tekmil önyargıları yığayım, o minik parmakları ile hepsini yırtsın, un ufak etsin, üzerinde tepinsin istiyorum! Sonra herşeye şöyle okkalı bir tekme atıp, yaratığımı da avucuma alıp basıp gitmek istiyorum, kesinlikle basıp gitmek istiyorum!.. ********************************************
Ben bu insanların arayışını anlamaya çalışıyorum. Teist olduğum için duamı eksik etmediğim Tanrı fikrinin bu dâhilerin anlamaya çalıştığı büyük fikir olduğunu sanıyorum.O yüzden de türban savaşı verenlere de onlara fanatik biçimde karşı çıkanlara da zerre kadar saygım yok. Tümünün cahil ve saygısız olduğunu düşünüyorum!
Bu arada ben mi ne durumdayım; ben mutluyum ve açıkça söylemek gerekirse türban konusundan anormal derece sıkılmış durumdayım. Aslında bugünlerde Orta Avrupa’da bir şehirde oturuyor olmak istiyorum. Hava durumuyla bağlantım tamamen kopmuş olduğundan içimin de sıkılması mümkün değil oralarda. Bir şişe kaliteli viski ile buz kabı yanıbaşımdayken, kuantum fiziği ile ilgili kitabımı örneğin Prag’da veya Viyana’da okuyor olmak isterim.Viskiden de sıkılırsam Bizon marka vodka da içebilirim. Tek şartım var; bunlar dışında oralardaki evimdeki televizyonda Türk kanalları aman sakın ha olmasın! Ne haber ne de gazete görmek istiyorum. Bilmem anlatabiliyor muyum?..
Demiş olan da sevgili Serdar Turgut'tur, ben ilgili yazıyı dün gece yazmıştım, o ise 10 Şubat'ta yayınlamış bunu, niye hiç şaşırmadım Allah'ım, niye hiç şaşırmadım, niye hiç........
Ek ve de dip: Aha bunu yazanın yakınması da, derhal ateşe atılıp yakılması da birebir aynı, sabır ey alemlerin büyük Rab'bı!..