Fazla gerilen çamaşır ipi bir süre öylece gergin kalır; dışarıdan bakıldığında ip durağandır ama aslında en fazla gerildiği noktadan kopmaya başlamıştır. Birkaç saniye sonra kopup iki parçaya ayrılacak, sonunda kopabilmiş olmanın, gerginlikten kurtulmanın verdiği rahatlıkla esnemiş, sünmüş olarak yerde sürünecektir. Siz muhtemelen ''daha da gergin olsun, iyice düz dursun, biraz daha gereyim, kaldırır canım'' diye diye asıldığınız ip sonunda koptuğu için bozulacak, belki de küfrü basacaksınız. Burada kızdığınız ip midir, yoksa kendinize mi küfretmektesiniz pek belli değildir. Söylene söylene iki sünmüş parça halinde yerde kıvrılan ipi alıp koptuğu yerden bağlamaya, sıkı sıkı düğümleyip yeniden eski haline getirmeye çalışırsınız ama bir türlü olmaz. Çünkü ip artık işe başladığınız noktadaki ip değildir, onu çamaşırları iyi kötü taşıyacak kadar onarsanız da çok geçmeden üzerine mandallanmış çamaşırlarla birlikte tekrar yerde bulacağınızı bilir, gene de düğümlemeye, bağlamaya uğraşırsınız...
İnsanoğlu böyledir; kendisinin göz göre göre sebep olduğu olumsuzluklar karşısında suçu üstlenmemek için binbir bahanesi vardır. Maddeye, mânâya, sebebe, sonuca ve akla gelebilecek başka herşeye suç yüklenir, küfür kıyamet gidilir, her türlü isyan edilir de daima sütten çıkma ak kaşık olan o çok kıymetli ''kendim'' ine toz kondurulmaz. Sözün özü; insan demokrasi ile yönetilmeyi ister istemesine de evvelâ kendisi demokrat bir varlık değildir, özgürlüğü yalnızca ''kendi özgürlüğü'', hakkı sadece ''kendi hakkı'' olarak algılayan, ucu kendisine dokunmadıkça etrafındaki haksızlıklara, yanlışlıklara, zorbalıklara ses çıkartmayan ve gerek şeklen, gerek fikren kendisinden farklı olana tahammül gösteremeyip dışlayan bir varlığa nasıl demokrat denebilir ki zaten?..
Taraflar tarafından bilinçli olarak gerilen ip çatırdamaya başlamıştır, koptuğunda herkes kendi tutup çektiği tarafa doğru sırt üstü yuvarlanacak, olan ipe olacak, tarafların elinde ucu saçaklanmış olarak öylece duran kopuk uçlar artık bağlansa da bir halta yaramayacaktır. Kendi düşüncesinin ''en bi doğru'' olduğunu gerekçeleri ile savunmak başkadır, ''höyyyt lann, benim gibi düşünüp benim gibi yaşamıyorsan xtir git, ya bana benze, ya da defol!'' demek başka. Dayatmanın başladığı yerde demokrasi biter, meraklısı için açıklayalım; Yunanca ''demos'' halk anlamına gelir, ''kratos'' ise iktidar. Herkesin diline yerli yersiz pelesenk ettiği bu meşhur ''demokrasi'' kelimesinin kökü dışarıdadır yani, kaldı ki kavram zaten antik Yunan kökenlidir, sadece bir siyasî yönetim şeklini değil bir düşünce tarzını ve bir ahlâkı da niteleyen bu ''şey'' fena halde Türk ve de Müslüman olan bünyelerimizi mazallah bozmasındır? Bizler tarihi boyunca toplumundaki farklılık ve çeşitliliklerden beslenmiş bir ülkenin çocuklarıyızdır ama öyle çoksesli müzikleri falan hiç sevmeyiz, renklerimizi ve zevklerimizi tartıştırmayız ama aleminkileri tartışıp yargılamak ''bizim'' demokrasimizdir. Uysa da öyledir, uymasa da, yersen yani. Tencereye suyla birlikte konup ateşe oturtulan kurbağa misalî alttan yavaş yavaş ısındıkça gevşemek, oooh deyip yayılmak millî felsefemiz olmuştur da; suyun ısısı artıp kaynama noktasına yaklaştığında ''lan, lan, n'oluyo lan? Anasını satıym lan, nerde bu devlet, nerde bu millet lan, vatan, millet, Sakarya lan! Hepimiz Ermeni'yiz, hepimiz Polat Alemdar'ız, hepimiz elhamdülillâh Müslümanız, hepimiz Gassaraylıyız, re re re, ra ra ra, lan şaka maka haşlanıyoruz lannn!..'' diye boş yere tencereden sıçrayıp çıkmaya çabalamayı da ihmâl etmeyiz yani! Biz buyuzdur,biliriz ama birisi kalkıp bunu yüzümüze söylediğinde ''vayyy, vatan haini, bölücü, gerici, verici, şıracı, bozacı...'' diye üzerine çullanmak ta gene bize has bir demokratik tavırdır işte, ne denebilir?..
Şimdi artık kaçınılmaz olarak demokrasinin gerçekten anlaşılması gereken dönemece gelinmiştir. Farklılıklar ve çeşitliliklerden ''bireyci'' değil ''eşitlikçi'' bir armoni çıkarabilmek, sadece birileri için değil, herkes için ''hak ve özgürlük'' ortamı sağlayabilmek, kendisi gibi düşünüp yaşamayanı şu düşmanı, bu düşmanı ama mutlaka birşey ''düşman''ı olarak görmek ve göstermekten artık vazgeçerek bir uzlaşma zemini oluşturmak şart olmuştur. Bu becerilemedikçe ''demokrasi'' de becerilemeyecektir. Görmek istemediğiniz şeyler siz başınızı öte tarafa çevirdiğinizde yok olmaz; tabağınızdaki bifteğin arkasında korkunç, kanlı bir mezbaha ve canhıraş feryatlar, kırmızı ışıkta aracınıza para istemek için yaklaşan tinerci çocuğun gerisinde her tür insanî kavramın istismarı ama en çok ta sevginin ''yok''sunluğu, sokak kedilerini boğazından iple ağaca asıp çırpına çırpına ölmelerini seyreden manyağın gölgesinde çocukken çok sevdiği koyununun bir Kurban Bayramı'nda gözünün önünde boğazlanışı vardır meselâ. ''Halk'' dediğiniz topluluk içinde görmezden geldiğiniz ama öyle ya da böyle ''siz''inle birlikte yaşayan ''ötekiler''in, ''biz''inizin karşıtı olarak gördüğünüz ''onlar''ın da bir oy hakkı mevcuttur. Siz kabûl edin ya da etmeyin, ancak sizin gibi düşünmeyen, sizin gibi yaşamayan, sizden çok farklı olan bir sürü insanla birlikte ''toplum''sunuz, zaten belki de bu sebeple yalnızca bir ''sürü'' değilsiniz, tektip olmadığınız, farklı duruşlar sergilediğiniz için. Şimdiiiii; miting alanlarını dolduran coşkulu kalabalıklar görüntü olarak gerçekten çok etkileyicidir, buna kimse birşey diyemez ama bu sinerjinin seçim sandığına yansıyacak kısmı çok önemlidir. Asıl o zaman anlaşılacaktır miting meydanlarındaki tahminî kişi sayısı mı, yoksa ''geçerli oy'' sayısı mı doğruyu yansıtmaktadır, varsayalım sandıktan çıkan sonuç bu mahşerî kalabalıklarla aynı şeyi söylemedi, ''vay be, o kadar kişi mitinglere futbol maçı mantığı ile gitmiş meğer!..'' diyen birini ne hainliği ile suçlayacağız bu noktadan sonra? Gaza gelip unutmamak gerekir; halkın oyları ile iktidara gelip darbeyle devrilmiş, yargılandıktan sonra idam edilmiş, klasik bir ''aradan yıllar geçer'' altyazısı ile itibarları iade edilerek mezarlarından çıkarılan kemiklerine tören yapılmış, itibarları iade edilmiş halde (!) anıtmezarlara ikinci kere defnedilmiş siyasetçiler vardır bu ülkede. Hikâyenin ''Hatırla Sevgili'' demesi boşuna değildir, ulusal belleğimiz fena halde zayıftır netekim! Yani demem o ki; ip bir koparsa herkes fena kıçüstü oturacak artık, ona göre...
Espera que se acabe el circo para verle la cara a los payasos.
(Soytarıların yüzünü görmek için sirkin bitmesini beklemelisin.)
Kedi-köpekli fotoğraf sevgili Ahu Savan An'a aittir, teşekkürle...
İnsanoğlu böyledir; kendisinin göz göre göre sebep olduğu olumsuzluklar karşısında suçu üstlenmemek için binbir bahanesi vardır. Maddeye, mânâya, sebebe, sonuca ve akla gelebilecek başka herşeye suç yüklenir, küfür kıyamet gidilir, her türlü isyan edilir de daima sütten çıkma ak kaşık olan o çok kıymetli ''kendim'' ine toz kondurulmaz. Sözün özü; insan demokrasi ile yönetilmeyi ister istemesine de evvelâ kendisi demokrat bir varlık değildir, özgürlüğü yalnızca ''kendi özgürlüğü'', hakkı sadece ''kendi hakkı'' olarak algılayan, ucu kendisine dokunmadıkça etrafındaki haksızlıklara, yanlışlıklara, zorbalıklara ses çıkartmayan ve gerek şeklen, gerek fikren kendisinden farklı olana tahammül gösteremeyip dışlayan bir varlığa nasıl demokrat denebilir ki zaten?..
Hristiyanların tamamı misyoner, Kürtlerin hepsi terörist, Amerikan olan herkes adî emperyalist, bütün Musevîler tehlikeli siyonist, siyah giyen kim varsa satanist, başı örtülülerin hepsi gerici, atkuyruklu ve küpeli adamlar mutlaka entel, elde pankart yürüyenler besbelli bölücü, ibadetini aksatmayanlar tarikatçı, mürteci, içki içenlerin topu ateist, Nazım Hikmet'i sevenler kesin komunist, bütün Almanlar Nazi, Çeçenler savaşçı vahşî, on, onbir, oniki İtalya tilki, onüç, ondört, onbeş Ruslar kalleş... diye devam eden bir çocuk tekerlemesine bağlanabilir bu işin sonu. Bacak kadar çocukken öteki kızlarla ''lastik'' oynamak için toplaşıldığında, lastiği bacaklarına geçirip salak kale direği rolünü oynayacak iki kızla lastikler üzerinden zıplayarak marifetlerini ortaya dökecek ''esas kız''ın belirlenmesi için başparmak ağıza sokulup ''ooo'' dendikten sonra söylenen sayma tekerlemesini hâlâ hatırlıyorum işte. Bir çocuk tekerlemesi içinde bu tür nitelemeler niçin yer alır, ufacık bebeklerin ilk oyunu neden beş parmağını açtırıp ''bu kuşu tutmuş, bu pişirmiş, bu yemiş, bu da hani bana, hani bana demiiiiş'' sersemliği olur, sonra bu bebeler büyüyüp ellerinde sapanla kuş peşine düştüklerinde kim suçlanmalıdır, vaktiyle erkek çocuğunun eline oyuncak diye tabanca verenlerin şimdi düğün-dernekte havaya sıkılan kurşunlara hedef olup ölenler hakkındaki fikri acaba nedir, nedir, bisküi denince akla hâlâ niçin ısrarla Eti gelir, bize niçin kendi dinimizden olmayanlara ''Gâvur'' demek öğretilmiştir, çocuklar gözlük takan arkadaşlarına niye ''dörtgöz'' demekte, mezarlıktan niye korkmakta, bilgisayar oyunlarında en çok adam öldüren niye en fazla puanı almaktadır?.. Bu ''toptancılık'', bu ''kafadan yargılama sistemi'' henüz çocukluktan başlayarak damarlara zerkedildiğine ve devamı da daha sonra ek dozlar halinde verildiğine göre, emniyetteki sorgusunda çatır çatır kestiği adam için ''kâfir'' diyen mi asıl suçludur, bu mantığı beyinlere nakşeden mi, gidişin bu yana doğru olduğunu apaçık gördüğü halde hiç sesini çıkarmayan mı? Meselâ yani, öyle ortaya soruyorum...
Taraflar tarafından bilinçli olarak gerilen ip çatırdamaya başlamıştır, koptuğunda herkes kendi tutup çektiği tarafa doğru sırt üstü yuvarlanacak, olan ipe olacak, tarafların elinde ucu saçaklanmış olarak öylece duran kopuk uçlar artık bağlansa da bir halta yaramayacaktır. Kendi düşüncesinin ''en bi doğru'' olduğunu gerekçeleri ile savunmak başkadır, ''höyyyt lann, benim gibi düşünüp benim gibi yaşamıyorsan xtir git, ya bana benze, ya da defol!'' demek başka. Dayatmanın başladığı yerde demokrasi biter, meraklısı için açıklayalım; Yunanca ''demos'' halk anlamına gelir, ''kratos'' ise iktidar. Herkesin diline yerli yersiz pelesenk ettiği bu meşhur ''demokrasi'' kelimesinin kökü dışarıdadır yani, kaldı ki kavram zaten antik Yunan kökenlidir, sadece bir siyasî yönetim şeklini değil bir düşünce tarzını ve bir ahlâkı da niteleyen bu ''şey'' fena halde Türk ve de Müslüman olan bünyelerimizi mazallah bozmasındır? Bizler tarihi boyunca toplumundaki farklılık ve çeşitliliklerden beslenmiş bir ülkenin çocuklarıyızdır ama öyle çoksesli müzikleri falan hiç sevmeyiz, renklerimizi ve zevklerimizi tartıştırmayız ama aleminkileri tartışıp yargılamak ''bizim'' demokrasimizdir. Uysa da öyledir, uymasa da, yersen yani. Tencereye suyla birlikte konup ateşe oturtulan kurbağa misalî alttan yavaş yavaş ısındıkça gevşemek, oooh deyip yayılmak millî felsefemiz olmuştur da; suyun ısısı artıp kaynama noktasına yaklaştığında ''lan, lan, n'oluyo lan? Anasını satıym lan, nerde bu devlet, nerde bu millet lan, vatan, millet, Sakarya lan! Hepimiz Ermeni'yiz, hepimiz Polat Alemdar'ız, hepimiz elhamdülillâh Müslümanız, hepimiz Gassaraylıyız, re re re, ra ra ra, lan şaka maka haşlanıyoruz lannn!..'' diye boş yere tencereden sıçrayıp çıkmaya çabalamayı da ihmâl etmeyiz yani! Biz buyuzdur,biliriz ama birisi kalkıp bunu yüzümüze söylediğinde ''vayyy, vatan haini, bölücü, gerici, verici, şıracı, bozacı...'' diye üzerine çullanmak ta gene bize has bir demokratik tavırdır işte, ne denebilir?..
Şimdi artık kaçınılmaz olarak demokrasinin gerçekten anlaşılması gereken dönemece gelinmiştir. Farklılıklar ve çeşitliliklerden ''bireyci'' değil ''eşitlikçi'' bir armoni çıkarabilmek, sadece birileri için değil, herkes için ''hak ve özgürlük'' ortamı sağlayabilmek, kendisi gibi düşünüp yaşamayanı şu düşmanı, bu düşmanı ama mutlaka birşey ''düşman''ı olarak görmek ve göstermekten artık vazgeçerek bir uzlaşma zemini oluşturmak şart olmuştur. Bu becerilemedikçe ''demokrasi'' de becerilemeyecektir. Görmek istemediğiniz şeyler siz başınızı öte tarafa çevirdiğinizde yok olmaz; tabağınızdaki bifteğin arkasında korkunç, kanlı bir mezbaha ve canhıraş feryatlar, kırmızı ışıkta aracınıza para istemek için yaklaşan tinerci çocuğun gerisinde her tür insanî kavramın istismarı ama en çok ta sevginin ''yok''sunluğu, sokak kedilerini boğazından iple ağaca asıp çırpına çırpına ölmelerini seyreden manyağın gölgesinde çocukken çok sevdiği koyununun bir Kurban Bayramı'nda gözünün önünde boğazlanışı vardır meselâ. ''Halk'' dediğiniz topluluk içinde görmezden geldiğiniz ama öyle ya da böyle ''siz''inle birlikte yaşayan ''ötekiler''in, ''biz''inizin karşıtı olarak gördüğünüz ''onlar''ın da bir oy hakkı mevcuttur. Siz kabûl edin ya da etmeyin, ancak sizin gibi düşünmeyen, sizin gibi yaşamayan, sizden çok farklı olan bir sürü insanla birlikte ''toplum''sunuz, zaten belki de bu sebeple yalnızca bir ''sürü'' değilsiniz, tektip olmadığınız, farklı duruşlar sergilediğiniz için. Şimdiiiii; miting alanlarını dolduran coşkulu kalabalıklar görüntü olarak gerçekten çok etkileyicidir, buna kimse birşey diyemez ama bu sinerjinin seçim sandığına yansıyacak kısmı çok önemlidir. Asıl o zaman anlaşılacaktır miting meydanlarındaki tahminî kişi sayısı mı, yoksa ''geçerli oy'' sayısı mı doğruyu yansıtmaktadır, varsayalım sandıktan çıkan sonuç bu mahşerî kalabalıklarla aynı şeyi söylemedi, ''vay be, o kadar kişi mitinglere futbol maçı mantığı ile gitmiş meğer!..'' diyen birini ne hainliği ile suçlayacağız bu noktadan sonra? Gaza gelip unutmamak gerekir; halkın oyları ile iktidara gelip darbeyle devrilmiş, yargılandıktan sonra idam edilmiş, klasik bir ''aradan yıllar geçer'' altyazısı ile itibarları iade edilerek mezarlarından çıkarılan kemiklerine tören yapılmış, itibarları iade edilmiş halde (!) anıtmezarlara ikinci kere defnedilmiş siyasetçiler vardır bu ülkede. Hikâyenin ''Hatırla Sevgili'' demesi boşuna değildir, ulusal belleğimiz fena halde zayıftır netekim! Yani demem o ki; ip bir koparsa herkes fena kıçüstü oturacak artık, ona göre...
Espera que se acabe el circo para verle la cara a los payasos.
(Soytarıların yüzünü görmek için sirkin bitmesini beklemelisin.)
Kedi-köpekli fotoğraf sevgili Ahu Savan An'a aittir, teşekkürle...
5 yorum:
Bu mudur? BUDUR! Muh-te-şem bir Pazar Yazısı idi. Söylenecek bir dolu söz olmasına karşın, bunlara hiç gerek bırakmamışsınız. Ellerinize sağlık.
Huşu içinde okudum.
Teşekkürler.
Sevgi ve saygılarımla.
Handan'cım beni şaşırtıyorsun. Yaklaşık 20 yıldır ve abartmadan söylüyorum yani neredeyse ergenliğimin başından, kendimi bildiğimden beri ideolojik içerikli yazılar okurum.Bu sürenin son beş yılı da bazen üstü açık bazen de zımni yazılarımla doludur. Genelleme yapmak ne kadar doğru olur tartışılabilir ama 'bu konularla münasebetleri noktasında' insanları kabaca ikiye ayırırım. Birinci gruptakiler, hiç bir yeni fikir geliştirmeyip, birbirini taklit edenlerdir. Bozuk plak gibi, emin ol yazdıklarının, kullandıkları kelimelerin etimolojisini bile bilmeyen kahir ekseriyettir.Diğer ikinci grup ise ne yazdığını bilen, ne yaptığını bilen, kimseyi taklit etmeden, okuyan kişiye yeni bir ufuk kazandırabilen kitledir. Sanırım senin hangi gruptan olduğunu söylememe gerek yok. Esasen beni şarşırtman da bundandır. Çok güzel bir yazı olduğunu bildirmeden geçemeyeceğim. Suçu doğrudan yapanlara yıkmadan, taa çocukluk dönemlerindeki tekerlemeleri bile sorgulayabilen çok manidar ve muhteşem yazın için seni yürekten tebrik etmek istiyorum. **Babanın senin için çok özel bir yeri olduğunu bilirim. Senin gibi bir evlat yetiştirdiği için kendisiyle ne kadar gurur duysa azdır. Mekânı cennet olsun. Aşağıdaki fotoğrafın işaret ettiği gibi de : Ruhuna fatiha...
Sevgili Handan hocam biliyorsunuz ki sizin sayeniz de baslamisdim blog yazmaya; baktim bir sene gecmis aradan.Bir senede parca bölük yazdiklarinizi yazmaya calismisim.Hocam diyorum benim yazmaya calistigimi siz bir post da yazmissiniz.Iyi ki varsiniz kaleminize kuvvet size de sihhat afiyet.Iyi ki varsiniz var olacaksiniz.
Saygilarla.
Değerli dostlar; artık o kadar abartılmış ve o denli saçmalanmış komplo teorisi örnekleri gelmeye başlamıştı ki mail kutuma, gerçekten çok sıkıldım! Acaba ben daha mı az lâikim, yoksa gerici mi oldum diye de düşünmedim diyemem çünkü inançlı bir insanım, inancımı çağdaşlığıma bir engel olarak görmediğime göre lâikliğimi tartışmaya ya da savunmaya ihtiyacım olmadığına karar verdim. ''Öcü'', ''umacı'' gibi çocukları korkutmak üzere büyükler tarafından uydurulmuş nitelemelere ''dinci'' şeklinde bir ekleme yapılmasını tasvip etmiyorum. Herşeyin makûl bir ölçüsü olduğunu düşünürüm, rüzgâr ekip fırtına biçmek sadece kişisel bir tasarruf olarak kalsa neyse de toplumsal bir cepheleşmeye dönüştüğünde işin rengi değişir, tadı kaçar. Artık çok sıkıldım, ''beğenmeyen dinlemesin'' deyip yazdım işte, fikirlerimin de arkasındayım, böyle biline. Hepinize teşekkür ile...
Yorum Gönder