Napoli dendiğinde sanırım aklıma gelecek ilk kavram bu olur bundan sonra: ''ıslak''... Çünkü biz Pompei'den ayrılıp istasyona gittik, Napoli'ye giden treni dakika farkıyla kaçırıp bir sonrakine binerek Napoli'ye vardık ve beklenen yağmur indirdi! Napoli istasyonunda bir süre bekledik ama yağmur dineceğe benzemiyordu. Şemsiyelerimiz yanımızdaydı, daha fazla beklemenin anlamı olmayacağını düşünerek yağmurlu Napoli'ye daldık...
Yağmurla yıkanan caddede yürürken duvarlardaki afişlerden birini çekip aldım. Islak afiş benimle birlikte Napoli'yi dolaştı, oradan Roma'ya gitti ve dönüp dolaşıp Türkiye'ye, İstanbul'a kadar geldi. Gianluca Capozzi'nin bundan haberi olmadı elbette. Tanımam etmem çocuğu, müziğini hiç dinlemedim, web sayfası falan olduğuna göre tanınmış biri olsa gerektir. Sadece uzanıp duvardaki konser afişini aldım işte, acaiplik parayla değildi Napoli'de:) Kendisine müzik serüveninde başarılar dilerim, biraz bizim popçu çocukları andırıyor, yağmurlu Napoli'den bir anı olarak buruşuk afişi odamın duvarında duruyor...
Napoli
'ye yağmurla birlikte akşam iniyordu. Her tarafını görebildik diyemem, bir otobüse atlayıp sahile doğru gittik. Büyük bir kalesi var. Caddeleri Roma'ya kıyasla daha bakımsız, alış veriş merkezlerinin, mağazaların bulunduğu bir caddede yürüdük. Yağmur telâşı içinde bir akşam kalabalığı vardı. Burada daha karmaşık bir insan profili gözledim, İtalyan olmadığı hemen belli olan çok sayıda kişi vardı. Özellikle istasyon bölgesinde serseri kılıklı sokak satıcıları fazlaydı. Hırsızı, evsizi bolmuş Napoli'nin. Yağmur nedeniyle tıklım tıklım otobüslerde bunu aklımızdan çıkarmamaya çalıştık. Yanındaki küçük kızı ve köpeği ile otobüse binen genç hanıma hemen yer verdiler, ıslak köpekçik silkinip kurulandı, sahiplerinin ayağının dibinde oturdu. Millete baktım kimse tepki verecek mi diye, tık yoktu, sonra birden hatırladım Türkiye'de değil, Napoli'de olduğumu. Benim memleketimde otobüse ıslak bir köpekle bineceksin de seni yaka paça aşağı atmayacaklar? Elinde taşıma kutusuyla bile binmeye kalksan ülkemin gayet nazik halkı ve otobüs şoförleri adamı bin pişman ediyor, çünkü herkes ve her yer çok temiz, çok steril, çok duyarlı ya! Sokağa ''haaak tuuuu'' şeklinde tüküren insanlara gidip ''niye yapıyorsunuz bunu, ben sizin balgamınıza basıp geçmek zorunda mıyım'' deseniz ihtimâl dayak falan yersiniz ama taşıma kutusu içindeki evcilinizi toplu taşıma araçlarında kimse istemez, aman haaa, hastalık, mikrop bulaşır, işer, sıçar, ısırır, parçalar, yer mazallah, değil mi ya?...
Meşhur Capri adasına oldukça yakın Napoli. İtalya'nın sayfiye yerlerinden biri olduğundan daha ziyade tatil şehri havası var. Açık bir havada ve gündüz dolaşma olanağımız olsaydı bize daha güzel gelecekti, eminim. Pompei yorgunları olarak bir de sağanak yağmura yakalanınca kendimizi bir an önce kapalı ve sıcak bir yere atma derdindeydik doğal olarak. Çok ta acıkmıştık. Napoli pizzası ile meşhur ve her sene ''pizza festivali''ne ev sahipliği yapıyor ama İtalyan mutfağının her çeşidini bulmanız mümkün tabii. Roma kadar tanıdık bir yer olmadığından kararlama restoran seçimi yapacaktık. Caddeye konmuş bir tabelâya takılıp işaret ettiği dar sokağa saptık. Küçük, sevimli, sıcak bir aile işletmesine götürdü bizi bu tabelâ, hemen içeri daldık. Sular süzülen şemsiyelerimizi kapı yanındaki şemsiyeliğe bıraktık ve yerde kocaman ıslak izler bırakarak bize gösterilen masaya yerleştik. Oldukça tenhaydı, bizden başka çoluk çocuk yemeğe gelmiş Napoli'li bir aile vardı. Sevimli işletme sahibesi hiç İngilizce bilmiyordu, e bizde de İtalyanca epey Allah'lıktı ama bir şekilde anlaştık. Zeytinyağlı ızgara sebzeler, çeşitli haşlanmış otlar görerek sevinen ben hemen şipariş ettim tabii. Bizimkiler genellikle deniz mahsûllü ev yapımı makarnalar tercih ettiler...
İtalya'da makarna bizdeki gibi bekâr yemeği değil, öteden beri çok özel. Elde hazırlanan makarnalar türlü soslar eşliğinde servis ediliyor ve en makbûl yiyecek sayılıyor. Restoranlarda ev yapımı makarnalar bulunuyor ve İtalyanlar makarnayı biraz dişe gelir şekilde, az haşlamayı tercih ediyorlar. ''Al dente'' kıvamında pişirilmiş bu makarnaları fazla haşlanmış, yayılmış makarna severler beğenmeyebilir. Ben bu diri makarnaları severek yedim, zaten etli, tavuklu, deniz mahsûllü olanlarla işim olmadığından sebzeli çeşitleri seçtim. Kızarmış ev ekmeği üzerinde servis edilen domatesli, sarmısaklı, kekikli, zeytinyağlı sos -ki sanıyorum adı bruschetta idi- yemek öncesi başlangıç olarak gayet hoş oluyor. İtalyan zeytinyağları çok lezzetli ve hemen her yemekte bulunuyor. Balzamik sirkeleri de çok tuttum, bu altın yeşili, yoğun kokulu sızma zeytinyağlarıyla pek yaraşıyor doğrusu...
Napoli'nin simgeleri çok, limonlarla çevrili balkonda elinde acı kırmızı biberle görülen bu ''Pulcinella'' karakteri de bunlardan biri. Napoli'nin limonları ile yapılan meşhur ''limoncello'' likörleri ve içinde limon olan birçok içki, reçel, tatlı vb. satılıyor turistik mağazalarda. Bol miktarda ev makarnası, baharatlar, kurutulmuş mantar çeşitleri ve soslar da hediyelik olarak, özel ambalajlarda satışa sunuluyor. İplere dizilip kurutulmuş kırmızı biberler her yerde var. Pompei'den de oraya özel kıtır kurabiyelerden aldım, az şekerli, üzeri limon glazürlü, sert ama lezzetli şeylerdi. Napoli'deki restoranda ''baba'' adı verilen yerel tatlıdan yedik. Bir tür likörlü turta denebilir. Değişik ve hoş lezzetlerdi...
Daha önce de söz ettiğim ''Napoli Müzesi''nde hem Pompei ve Herculanum'dan çıkarılanlar, hem de pekçok farklı döneme ait resim ve heykeller sergileniyor. El Greco'nun bu tanınmış tablosu bu müzede bulunan eserlerden biri. Biz müzeye yetişemedik ne yazık ki...
Napoli oldukça eski bir yerleşim yeri. Geleneksel havasını korumuş, binalar çoklukla eski yüzlü, merdivenli dar sokaklar nispeten geniş ara caddelere bağlanıyor. Ultra modern bir taraf göremiyorsunuz şehirde ve bu gayet hoş geliyor insana. Bu da Napoli'nin eski günlerinden bir fotoğraf...
Yağmur altında Napoli işte bu şekilde görünüyordu. Şehre adım attığımız andan ayrılana kadar hiç hızını kesmeyen yağmur anlaşılan Napoli'de sıradışı bir vaziyet değildi...
Vezüv'ün eteklerindeki körfeze kurulu güzel şehirden aklımda kalanlar bunlar oldu. Yağmur nedeniyle yemeği uzattıkça uzattık, hoş aile işletmesinin sıcakkanlı sahipleriyle hoşbeş ettik, meğer elli yıldan beri varolan, tanınmış bir yermiş burası. Özellikle de ev yapımı şarapları ve büyükannelerinin formülü ile yaptıkları makarnaları meşhurmuş. Kahvelerimizi içerken masamıza gelen restoran sahibi Türk olduğumuzu öğrenince coşup bize İtalya restoranlarını tanıtan bir kitap hediye etti, buraya gelenlerin yaptığı üzere ben de kartımı imzalayıp bıraktım. Sanki evimizde yemek yemişiz hissi ile bizi ağırlayan bu tatlı insanlara teşekkür edip istasyona doğru yola koyulduk. Roma Termini'ye gidecek olan ''Eurostar'' treni Napoli'de rötar yaptı, bekledik. Napoli istasyonunun sahipsiz köpeklerini sevdik. Roma'da hiç rastlamadığımız sokak köpekleri Napoli'de vardı ama dediğim gibi, kimse onlardan rahatsız değildi ve istasyon içinde bile serbestçe dolaşabiliyorlardı. Trenimiz nihayet gelince, gecenin epey ilerlemiş bir saatinde binerek Roma yolculuğuna başladık. Yorgun yolcularla dolu tren sessizdi ve millet Roma'ya kadar uyudu. Yol boyunca devam eden yağmur Roma'da hızını kesmişti. Gecenin geç saati olmasına rağmen çok kalabalık olan Roma Termini'den çıkıp otelimize döndük. Roma'daki son günümüze hazırlanmak üzere yataklarımıza uzandık. O kadar yorgunduk ki hemen uykuya daldık, limon kokulu sokaklardan gelen mandolin sesleri, eski Napoliten şarkılar ve denizi buruşturan yağmurla Napoli'yi de hatıralarımıza yazdık...
Yağmurla yıkanan caddede yürürken duvarlardaki afişlerden birini çekip aldım. Islak afiş benimle birlikte Napoli'yi dolaştı, oradan Roma'ya gitti ve dönüp dolaşıp Türkiye'ye, İstanbul'a kadar geldi. Gianluca Capozzi'nin bundan haberi olmadı elbette. Tanımam etmem çocuğu, müziğini hiç dinlemedim, web sayfası falan olduğuna göre tanınmış biri olsa gerektir. Sadece uzanıp duvardaki konser afişini aldım işte, acaiplik parayla değildi Napoli'de:) Kendisine müzik serüveninde başarılar dilerim, biraz bizim popçu çocukları andırıyor, yağmurlu Napoli'den bir anı olarak buruşuk afişi odamın duvarında duruyor...
Napoli
'ye yağmurla birlikte akşam iniyordu. Her tarafını görebildik diyemem, bir otobüse atlayıp sahile doğru gittik. Büyük bir kalesi var. Caddeleri Roma'ya kıyasla daha bakımsız, alış veriş merkezlerinin, mağazaların bulunduğu bir caddede yürüdük. Yağmur telâşı içinde bir akşam kalabalığı vardı. Burada daha karmaşık bir insan profili gözledim, İtalyan olmadığı hemen belli olan çok sayıda kişi vardı. Özellikle istasyon bölgesinde serseri kılıklı sokak satıcıları fazlaydı. Hırsızı, evsizi bolmuş Napoli'nin. Yağmur nedeniyle tıklım tıklım otobüslerde bunu aklımızdan çıkarmamaya çalıştık. Yanındaki küçük kızı ve köpeği ile otobüse binen genç hanıma hemen yer verdiler, ıslak köpekçik silkinip kurulandı, sahiplerinin ayağının dibinde oturdu. Millete baktım kimse tepki verecek mi diye, tık yoktu, sonra birden hatırladım Türkiye'de değil, Napoli'de olduğumu. Benim memleketimde otobüse ıslak bir köpekle bineceksin de seni yaka paça aşağı atmayacaklar? Elinde taşıma kutusuyla bile binmeye kalksan ülkemin gayet nazik halkı ve otobüs şoförleri adamı bin pişman ediyor, çünkü herkes ve her yer çok temiz, çok steril, çok duyarlı ya! Sokağa ''haaak tuuuu'' şeklinde tüküren insanlara gidip ''niye yapıyorsunuz bunu, ben sizin balgamınıza basıp geçmek zorunda mıyım'' deseniz ihtimâl dayak falan yersiniz ama taşıma kutusu içindeki evcilinizi toplu taşıma araçlarında kimse istemez, aman haaa, hastalık, mikrop bulaşır, işer, sıçar, ısırır, parçalar, yer mazallah, değil mi ya?...
Meşhur Capri adasına oldukça yakın Napoli. İtalya'nın sayfiye yerlerinden biri olduğundan daha ziyade tatil şehri havası var. Açık bir havada ve gündüz dolaşma olanağımız olsaydı bize daha güzel gelecekti, eminim. Pompei yorgunları olarak bir de sağanak yağmura yakalanınca kendimizi bir an önce kapalı ve sıcak bir yere atma derdindeydik doğal olarak. Çok ta acıkmıştık. Napoli pizzası ile meşhur ve her sene ''pizza festivali''ne ev sahipliği yapıyor ama İtalyan mutfağının her çeşidini bulmanız mümkün tabii. Roma kadar tanıdık bir yer olmadığından kararlama restoran seçimi yapacaktık. Caddeye konmuş bir tabelâya takılıp işaret ettiği dar sokağa saptık. Küçük, sevimli, sıcak bir aile işletmesine götürdü bizi bu tabelâ, hemen içeri daldık. Sular süzülen şemsiyelerimizi kapı yanındaki şemsiyeliğe bıraktık ve yerde kocaman ıslak izler bırakarak bize gösterilen masaya yerleştik. Oldukça tenhaydı, bizden başka çoluk çocuk yemeğe gelmiş Napoli'li bir aile vardı. Sevimli işletme sahibesi hiç İngilizce bilmiyordu, e bizde de İtalyanca epey Allah'lıktı ama bir şekilde anlaştık. Zeytinyağlı ızgara sebzeler, çeşitli haşlanmış otlar görerek sevinen ben hemen şipariş ettim tabii. Bizimkiler genellikle deniz mahsûllü ev yapımı makarnalar tercih ettiler...
İtalya'da makarna bizdeki gibi bekâr yemeği değil, öteden beri çok özel. Elde hazırlanan makarnalar türlü soslar eşliğinde servis ediliyor ve en makbûl yiyecek sayılıyor. Restoranlarda ev yapımı makarnalar bulunuyor ve İtalyanlar makarnayı biraz dişe gelir şekilde, az haşlamayı tercih ediyorlar. ''Al dente'' kıvamında pişirilmiş bu makarnaları fazla haşlanmış, yayılmış makarna severler beğenmeyebilir. Ben bu diri makarnaları severek yedim, zaten etli, tavuklu, deniz mahsûllü olanlarla işim olmadığından sebzeli çeşitleri seçtim. Kızarmış ev ekmeği üzerinde servis edilen domatesli, sarmısaklı, kekikli, zeytinyağlı sos -ki sanıyorum adı bruschetta idi- yemek öncesi başlangıç olarak gayet hoş oluyor. İtalyan zeytinyağları çok lezzetli ve hemen her yemekte bulunuyor. Balzamik sirkeleri de çok tuttum, bu altın yeşili, yoğun kokulu sızma zeytinyağlarıyla pek yaraşıyor doğrusu...
Napoli'nin simgeleri çok, limonlarla çevrili balkonda elinde acı kırmızı biberle görülen bu ''Pulcinella'' karakteri de bunlardan biri. Napoli'nin limonları ile yapılan meşhur ''limoncello'' likörleri ve içinde limon olan birçok içki, reçel, tatlı vb. satılıyor turistik mağazalarda. Bol miktarda ev makarnası, baharatlar, kurutulmuş mantar çeşitleri ve soslar da hediyelik olarak, özel ambalajlarda satışa sunuluyor. İplere dizilip kurutulmuş kırmızı biberler her yerde var. Pompei'den de oraya özel kıtır kurabiyelerden aldım, az şekerli, üzeri limon glazürlü, sert ama lezzetli şeylerdi. Napoli'deki restoranda ''baba'' adı verilen yerel tatlıdan yedik. Bir tür likörlü turta denebilir. Değişik ve hoş lezzetlerdi...
Daha önce de söz ettiğim ''Napoli Müzesi''nde hem Pompei ve Herculanum'dan çıkarılanlar, hem de pekçok farklı döneme ait resim ve heykeller sergileniyor. El Greco'nun bu tanınmış tablosu bu müzede bulunan eserlerden biri. Biz müzeye yetişemedik ne yazık ki...
Napoli oldukça eski bir yerleşim yeri. Geleneksel havasını korumuş, binalar çoklukla eski yüzlü, merdivenli dar sokaklar nispeten geniş ara caddelere bağlanıyor. Ultra modern bir taraf göremiyorsunuz şehirde ve bu gayet hoş geliyor insana. Bu da Napoli'nin eski günlerinden bir fotoğraf...
Yağmur altında Napoli işte bu şekilde görünüyordu. Şehre adım attığımız andan ayrılana kadar hiç hızını kesmeyen yağmur anlaşılan Napoli'de sıradışı bir vaziyet değildi...
Vezüv'ün eteklerindeki körfeze kurulu güzel şehirden aklımda kalanlar bunlar oldu. Yağmur nedeniyle yemeği uzattıkça uzattık, hoş aile işletmesinin sıcakkanlı sahipleriyle hoşbeş ettik, meğer elli yıldan beri varolan, tanınmış bir yermiş burası. Özellikle de ev yapımı şarapları ve büyükannelerinin formülü ile yaptıkları makarnaları meşhurmuş. Kahvelerimizi içerken masamıza gelen restoran sahibi Türk olduğumuzu öğrenince coşup bize İtalya restoranlarını tanıtan bir kitap hediye etti, buraya gelenlerin yaptığı üzere ben de kartımı imzalayıp bıraktım. Sanki evimizde yemek yemişiz hissi ile bizi ağırlayan bu tatlı insanlara teşekkür edip istasyona doğru yola koyulduk. Roma Termini'ye gidecek olan ''Eurostar'' treni Napoli'de rötar yaptı, bekledik. Napoli istasyonunun sahipsiz köpeklerini sevdik. Roma'da hiç rastlamadığımız sokak köpekleri Napoli'de vardı ama dediğim gibi, kimse onlardan rahatsız değildi ve istasyon içinde bile serbestçe dolaşabiliyorlardı. Trenimiz nihayet gelince, gecenin epey ilerlemiş bir saatinde binerek Roma yolculuğuna başladık. Yorgun yolcularla dolu tren sessizdi ve millet Roma'ya kadar uyudu. Yol boyunca devam eden yağmur Roma'da hızını kesmişti. Gecenin geç saati olmasına rağmen çok kalabalık olan Roma Termini'den çıkıp otelimize döndük. Roma'daki son günümüze hazırlanmak üzere yataklarımıza uzandık. O kadar yorgunduk ki hemen uykuya daldık, limon kokulu sokaklardan gelen mandolin sesleri, eski Napoliten şarkılar ve denizi buruşturan yağmurla Napoli'yi de hatıralarımıza yazdık...
15 yorum:
abi sadece bu yaziyla ilgili sanilmaya, tum blog icin soyluyorum bunu:
oldurucu sikicilikta..
Tamamen katılıyorum:) Lâkin köşede öküz kadar yazmakta ''beğenmeyen dinlemesin, anlayan için yazıyorum'' diye, acaba fil kadar mı yazmalı? Gözlerde bir sorun yok, değil mi? Miyopi falan? :) Okumayanı öldürmüyoruz kardeşim, ensenize silâh dayayan varsa ''oku lan, oku dedim sana'' diye, valla o ben değilim:) Teşekkürlerden bir konteynır sunuyorum...
Sıra dışı sevimli dost,
Bıktırmak istemiyorum.Sırf o nedenle Sıhhiyede kürsünün dibindeki koşturmanızı,resim çekmenizi uzaktan; bulaşmadan izledim cumartesi günü.Harika Napoli yazınızı yüzümde geniş bir tebessümle okudum.Ama yukarıdaki zat-ı şerifin mesajı ve ona yanıtınızı okuyunca kahkahayı patlattım fena halde.Sadece sevimli değil çok ta şekersiniz.Sevgi ve saygılarımla
Kıymetli Ömer Faruk Bey; ben de sizin orada olduğunuzu biliyordum ve hâttâ sevgili Ahmet Kemal Şenpolat'a da bunu söyledim. Sizin uzaktan izleme tavrınıza saygı duydum, orada olmaktı önemli olan. Yoksa pekçok tanıdığım insanla da karşılaşamadım o kalabalıkta zaten. Sizi kahkahalarla güldürmeyi tek başıma başarmış sayılmam, lûtfedip ya da cesaret edip ismini yazmamış olan bu akılevvel okurun da bu işte payı büyük:) Tekrar teşekkür ediyor ve sevgiler gönderiyorum...
Tarih : 17 Mayıs 2005
Saat : 00:33
"Hayat; bugün de hafifçe çizdi beni, yıllardır yüzümde taşıdığım, hiç kaybolmayan TIRMIK İZİ belki zamanla soldu, belirginliği azaldı ama, ruhuma atılan çiziklerin derinliği niyeyse azalmıyor zamanla..." satırlarıyla başlayan yolculuk, ne mutlu ki sürüyor hâlâ...
Nice yollara...
İnatla...
>...<
Evet ya Cân; ''Tırmık İzi'' artık bir yaşında. Asıl şükran yazdırana olsa gerektir, sonra sırayla yaşatana, acıtana, mutlandırana ve elbette bıkmadan, ilgiyle okuyana. ''Tırmık İzi''nin ilk kelâmının ilk harfine basalı beri neler neler değişti. Umut bundan sonraya. Sevgi ve selâmla...
Bazen bosalmak da güzel bir sey benim yerimede bosalmissin.23 Nisandaki bir resmin altinda Kirmizi bapuclu kiz.Kendi gözüyle,gördüklerini anlatti.Onunla Romayi Napoliyi geziyoruz.O sehirleri belki görmüsüzdür.Birde bu acidan gördük tesekkürler.Sizden bir ricam olacak
Ankara yi gazetelerden tv lerden takip ettik.Bir de sizin gözünüzden anlatin orada olanlari degil.Beklentileri hisleri o yumak olmus hisleri.
Saygilarla.
Ah Napoli, ne " deli " bir sehir...tembellik diz boyu, arabalar sigortasiz. park ederken saga sola carpmak serbest, arabalar eskimis..sagda solda asili camasirlar..derler ki cok tembel olurmus napolililer..
limoncello vazgecilmez, bizim buralarda da yapanlar var kendilerince, guzel olanini bulursak icmeli yemek sonrasinda :)
Sevgili Handan Demiralp, tırmık izinin birinci yaşını kutlar nice yıllar dilerim. Takiptey,z
Gönül
sizi hergün okumak bana moral veriyor. nice mutlu yıllara
neslihan
Nice yıllara Handan.Yazılarını okumak beni çok mutlu ediyor.Çok güzel şeyler bulup,fotoğraflayıp yazıyorsun.Ne güzel.Bende hazıra konup bigüzel okuyorum ve mutlu oluyorum.İnsanları mutlu etmek senin doğanda olsa gerek..Tekrar nice yıllara.. Emel
Çektiğin fotoğraf kareleri ve o kareleri daha da anlamlı kılan cümlelerini bizimle paylaştığın için teşekkür ederim.Sayfayı her gün keyifle okuyorum. Pozitif yaydığın enerji herkesi okduğum kadarıyla etkisi altına alıyor:D Devam diyorum. Ellerine sağlık. Nice yıllara...
ben sizin blogu bir okuyorum. bir sıkılıyorum. bir okuyorum bir sıkılıyorum. sonra bu söylediklerim bu yazı için sanılmaya(!) hââ...tüm blog için söylüyorum bunu...bazen canım çok sıkılmak istiyor.sonra açıp yine okuyorum. bir okuyorum bir sıkılıyorum. top gibi gidip geliyorum. sonra anlıyorumki sıkılacağım, hem de öldürücü bir şekilde sıkılacağım bir sitede bu kadar durabiliyorsam ben bir mazoşistim...dur ben biraz sıkılayım.:))
Ey buraya değerli yorumlarını bırakan eşsiz ''Tırmık İzi'' okurları; okuyan olmasaydı ne anlamı olacaktı ki yazılanların? Paylaşılmasaydı bir seneyi doldurmaya yetecek motivasyon nereden çıkıp gelecekti? On iken yüz, yüz iken binler oldunuz, bana tükenmeyen bir güç, kapanmayan bir göz, karartılamayan bir objektif ve müthiş bir sorumluluk verdiniz. Bu sorumluluk altında ezilmedim hiç, hastayken de yazdım, küskünken de. Yaşamın içinden seçtiğim doğruları boyamadan, değiştirmeden, budamadan, kimi zaman tüm korkunçluğu ve dehşetiyle, kimi zaman da olanca güzelliği ile aktardım sizlere. Paylaştınız, bölüştünüz, zaman zaman irkilseniz, rahatsız olsanız da gene bıkmadınız, izlediniz. Hayatımın taaa içine girdiniz. Teşekkür yetmez biliyorum ama ben gene de hepinize tüm varlığımla teşekkür ediyorum. İnatla, dirençle, yaşama ve yaradılışa sonsuz saygıyla yılmadan yola devam, sadece bir varlık için birşeyler değişse bile...Sağolun, varolun...
Yorum Gönder